İstanbul Depremleri...
İSTANBUL DEPREMLERİ
Dil ve Edebiyat Dergisi, S. 171, İstanbul, Mart 2023, s. 14-19.
İstanbul’da yaşayan bizler için hayatın acı bir gerçeği de depremdir; şehrin kuruluşundan günümüze değin bu gerçek zaman zaman varlığını hissettirmiştir. İstanbul deprem riski açısından dünyanın en hareketli fay hatlarından biri üzerinde yer almaktadır. Şehrin coğrafi konumu her zaman depremlerle karşı karşıya kalmasına yol açmış ve kalmaya da devam edecektir.Yazılı belgeler, iki bin yıldan beri çok sayıda depremin şehre büyük hasar verdiğini, can ve mal kayıplarına neden olduğunu belirtir.
İstanbul, Doğu Anadolu’da yer alan Bingöl’den Ege Denizi’ne uzanan, Avrasya ve Anadolu plakaları arasında bir kesişme sınırı oluşturan Kuzey Anadolu fay hattının bir parçası olan Marmara fay hattının yakınında konumlanmıştır. Arap ve Avrasya plakaları arasında sıkışan Anadolu levhası saat istikametinin ters yönünde batıya doğru ilerlemektedir. Bu sistem son iki bin yıl içinde tahminen 7,0 ve üzeri büyüklüğündeki en az otuz dört depreme neden olmuştur. Marmara fay hattı üzerinde her yıl yüzlerce küçük deprem meydana gelmekte ancak bu depremlerin çok küçük bir kısmı yaşayanlar tarafından hissedilmektedir. Bu küçük depremler aynı zamanda birer uyarı olup, bölgenin sismik faaliyetinin düzenli olarak hatırlatıcısı olma görevini yerine getirmektedir. İki bin yıllık geçmişin ortalamasına bakıldığında yaklaşık her altmış yılda bir 7,0 ve üzeri deprem riski olduğu anlaşılmaktadır.
Roma Dönemi
En eski kayıtlara göre MS 121, 180 ve 268 yıllarında gerek Byzantion gerekse Nikomedia (İzmit) şehirlerinin önemli depremler yaşadığı anlaşılmaktadır. Ancak bu depremler sırasında yaşanan can kayıplarına ait bilgi bulunmamaktadır. MS 330 yılında Nea Rome (Konstantinopolis) kuruluşundan yirmi sekiz yıl sonra 358 yılında meydana gelen deprem İzmit şehrinde büyük hasarlara yol açar, Konstantinopolis’de bu büyük depremden etkilenir ve bazı yapılar hasar görür. Bundan kırk dokuz yıl sonra 407 yılında Marmara Denizi’nde meydana gelen deprem Bakırköy’de çok sayıda can kaybına neden olur. 412 ve Eylül 437 tarihlerindeki iki depremde ise şehir surları büyük hasar gördüğü gibi, art arda devam eden artçı depremler şehir ahalisinin büyük oranda şehri terk etmesine yol açar. On yıl sonra Kasım 447 tarihindeki çok daha güçlü bir deprem İzmit’in tümüyle yıkılmasına ve Konstantinopolis’teki yapılarda büyük yıkımlara neden olur. Özellikle Topkapı-Yedikule arasındaki Thedosius Surları bu deprem sırasında büyük hasar görür, büyük bir kısmı yıkılır ve surlar arasında yer alan elli yedi burcun yan yatmasına neden olur.
VI. yüzyılın ortalarında vuku bulan Ağustos 542, Ağustos 554 ve Aralık 557 tarihlerinde aralıklarla birbirini takip eden üç deprem yaşanır. Dönemin kronik yazarı ve görgü tanığı Agathias son depremi şöyle tasvir eder; “Gece yarısına doğru, bütün millet yataklarında uykudayken felaket apansız onları yakaladı ve her yapı temelinden sarsıldı… Bu felakette çok sayıda kişi öldü. Ölen ve yaralananlara ilave olarak bu deprem evleri, kiliseleri, hamamları yıktı. Şehir surlarında büyük hasarlara yol açtı.” Bu depremde hasar gören Ayasofya’nın kubbesinde çatlaklar oluşur. 558 yılında vuku bulan muhtemelen artçı depremde ise kubbenin çöktüğü ve yükseltilerek yeniden yapıldığı bilinmektedir.
Ekim 740 tarihinde vuku bulan Marmara Denizi’ndeki bir deprem Aya İrini Kilisesi dahil, şehirdeki çok sayıda yapının yıkılmasına neden olur. Yüz yılı aşkın süre sonra Ocak 869 tarihinde meydana gelen deprem ise Ayasofya’nın kubbesinin yarısının çökmesine neden olur. 25 Ekim 989 günü vuku bulan ve Trakya’nın büyük bir bölümü ile Yunanistan’ı etkileyen depremde ise İmparator II. Basileios emriyle yenilenen Ayasofya’nın bu kez de kubbe kemerlerinden biri çöker.
Konstantinopolis, 1010 veya 1011, 1063, 1231 ve 1296 yıllarında meydana gelen depremler ile büyük oranda hasara uğrar. 18 Ekim 1343 günü eş zamanlı iki deprem şehri vurur. Şehrin büyük binaları ve surları hasar görür. Ayasofya’nın ana kubbesinde çatlaklar oluşur. Mart 1354 tarihindeki deprem ise daha önceki depremde hasar gören ve onarımı henüz tamamlanamayan yapılardan dolayı yıkımı daha da ağırlaştırır. Bu deprem, şehrin Türk hakimiyetine girmesinden önce gerçekleşen son depremdir.
Osmanlı Dönemi
Fatih Sultan Mehmed ve Sultan II. Bayezid dönemlerinde meydana gelen depremler sonrası konut inşaatında daha çok ahşap yapım tekniğinin kullanılmasıyla büyük can kayıplarını en az düzeye indirir. Buna mukabil bu kez de şehri tehdit eden yangınlar büyük afetlerin yaşanmasına ve sık sık meydana gelen yangınlar şehrin hafızasının büyük oranda yok olmasına neden olur.
Osmanlı kaynaklarına göre ilk kayda geçen deprem 1489 yılında vuku bulan İstanbul depremidir. Her ne kadar daha önce H. 884 / 1479-80 yılında bir deprem daha olduğundan bahsedilirse de bu depremin yarattığı tahribat hakkında yeteri kadar bilgi bulunmamaktadır. 13 Safer 884 / 16 Ocak 1489 günü meydana gelen depremin İstanbul’da yarattığı tahribat hakkında da detaylı bir bilgi bulunmamaktadır. “Nice binalar ve minareler yıkılıp harap oldu” şeklindeki bir açıklama ile iktifa edilmektedir.
İstanbul’da meydana gelen en büyük depremlerden biri 1509 yılında vuku bulan depremdir. Bazı kaynaklara göre II. Bayezid döneminde, 22 Ağustos 1509 gecesi meydana gelen ve tarihimizde, “Kıyamet-i Suğra / Küçük Kıyamet” adıyla anılan bu deprem aralıklı olarak 45 gün boyunca sürer. Bu çok şiddetli sarsıntı sırasında 109 cami ve mescit ile 1070 evin yıkıldığı belirtilir. Bazı kaynaklar şehirde minare denilen hiçbir şeyin kalmadığını da ileri sürer. Eğrikapı’dan Yedikule’ye kadar surlar, Galata Surları’nın büyük bir bölümü, Topkapı Sarayı’nın deniz tarafındaki duvarları, Kız Kulesi, Fatih Camii ve Bayezid Camii hasar görür. Bu deprem Türk eserlerinin yanı sıra daha önceki dönemlerden kalan yapı ve sütunlara da zarar verir. Ancak gerek Sultanahmet Meydanı’ndaki Hiyerografili sütünun gerek Çemberlitaş’ın gerekse Fatih’deki Kıztaşı’nın herhangi bir hasar görmediği anlaşılmaktadır. İstanbulluların sık aralıklarla devam eden deprem nedeniyle bahçelerde çadır ve derme çatma kulübelerde yaşamlarını sürdürdüklerinden de söz edilir. Bu arada Sultan II. Beyazid’da bir süre saray bahçesinde kurulan bir çadırda kaldıktan sonra Edirne’ye gider.
Bir rivayete göre, 1509 depreminde Marmara Denizi’nde meydana gelen dalgalar İstanbul Surları’nı aşarak şehre girer ve sokakları su içinde bırakır. Deprem sonrası her evden bir kişi deprem hasarını gidermek için oluşturulan ekibe katılmaya mecbur kılınır ve her evden 22 akçe vergi alınır. Mimar Muradoğlu Hayreddin’in idaresinde 29 Mart 1510 günü başlayan inşaat 1 Haziran 1510 günü bitirilir. Bu iki aylık zaman zarfında Galata Surları, Galata Kulesi, Kız Kulesi, Yaldızlı Kapı’daki deniz feneri, Topkapı Sarayı, Büyük ve Küçük Çekmece köprüleri, Rumeli Hisarı, Anadolu Hisarları, Silivri Hisarı ve çoğunluğu cami, mescit ve medreseler olmak üzere çok sayıda yapı onarılır. Bu yoğun inşaat faaliyeti için Anadolu’dan 37.000, Rumeli’den 29.000 amelenin toplandığı, bunların yanı sıra 3.000’i aşkın duvarcı ile dülgerin çalıştığı kayıtlıdır.
Dikkat çekici bir diğer husus ise Sultanahmet Meydanı’nda bulunan ve dört bronz takoz üzerine oturan Hiyeroglif yazıların bulunduğu, tabanı 2,00x2,00 metre, yüksekliği 18,45 metre, kaidesiyle birlikte toplam yüksekliği 24,87 metre olan dikilitaş ile 330’lu yıllarda yeni şehrin kurucusu I. Konstantin onuruna Çemberlitaş adıyla bilinen, 3,00 metre çapında ve 57,00 metre yüksekliğindeki sütunun bunca depreme rağmen hâlâ muhafaza varlığını etmesidir.
İstanbul’da 30 Nisan 1557 günü vuku bulan deprem hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Anonim bir tarihte bu deprem sırasında çok sayıda minarenin ve hisar duvarının zarar gördüğünden, çok sayıda evin yıkıldığından bahsedilir.
6 Cemaziyelahir 1058 / 28 Haziran 1648 günü güneş batmadan biraz önce vuku bulan deprem İstanbul’da büyük zararlara neden olur. Naima Efendi’nin ifadesine göre; “Nice haneler ve ocaklar ile minare külahları yıkılır, bunun emsali bir zelzele bir asırdır görülmemişti.”
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ndeki D. 9567 numaralı vesikada bu deprem sırasında hasar gören binalar sırasıyla kayıtlıdır. Karagümrük semtindeki bazı camiler ile Silivrikapı yakınındaki İbrahim Paşa Camii, Davud Paşa Camii, Fatih Camii, Küçük Ayasofya Camii, Hocapaşa ve Bahçekapı semtlerindeki bazı camiler, Firuz Ağa Camii, Murad Paşa Camii ile bazı medreselerdeki deprem hasarları belirtilir. Buradaki açıklamalar dikkate alındığında Fatih Camii dışında özellikle daha önceki tarihlerde yapılan Şehzade, Süleymaniye, Sultanahmed gibi selatin camilerinde herhangi bir hasar olduğundan bahsedilmemesidir. Anlaşılan yapım sırasında aldığı tedbirler özellikle Mimar Sinan yapılarında bir hasar oluşmasını engellemiştir.
11 Temmuz 1690 günü meydana gelen deprem özellikle Fatih Camii kubbelerinde hasar oluşturur. İstanbul’un önemli giriş kapılarından biri olan Topkapı yıkılır, bu arada bazı kâgir binaların da zarar gördüğü kayıtlıdır. Aralıklarla günlerce devam eden depremde can kaybı olup olmadığını bilmiyoruz.
24 Mayıs 1719 günü İstanbul ve civarında şiddetli bir deprem meydana gelir. Topkapı Sarayı, Yalı Köşkü civarındaki saltanat kayıkhanesinin bazı yapılarının yıkılmasının yanı sıra özellikle şehir surlarında büyük hasarlar meydana gelir. İlk şiddetli sarsıntıdan bir saat sonra yeni bir sarsıntı vuku bulur ve sarsıntılar iki üç gün boyunca devam eder. İlk sarsıntıyı hasarla atlatan Edirnekapı Camii başta olmak üzere çok sayıda mescit ve medreselerin kubbeleri çöker.
30 Temmuz 1752 gecesi İstanbul ve Trakya’nın önemli bir bölümünü etkileyen deprem, İstanbul’daki bazı yapıların zarar görmesine yol açarsa da esas olarak Edirne’yi etkiler ve bazı anıtsal yapılarda önemli hasarlara yol açar.
Kısa süre sonra 3 Eylül 1754 gecesi vuku bulan bir başka deprem İstanbul halkını büyük bir korkuya sevk ederse de, Fatih Camii ve Bayezid Camii kubbelerinde oluşan çatlaklar dışında önemli bir hasara neden olmaz.
Osmanlı Dönemi İstanbul depremlerinin en şiddetlilerinden biri olan ve muhtemelen Sultan II. Bayezid dönemindeki küçük kıyamete yakın şiddet arz eden bir deprem de 22 Mayıs 1766 günü sabahın erken saatlerinde vuku bulur. Bu deprem de yalnız İstanbul değil çevredeki çoğu yerleşim yeri de büyük hasar görür. Ayasofya, Sultan Selim Camii, Şehzade Camii, Süleymaniye Camii, Yeni Cami, Nuruosmaniye Camii, Laleli Camii hariç diğer tüm cami ve mescitlerde de hasar oluşur. Fatih Camii’nin büyük kubbesi çöker. Surların bir bölümü ile Beşiktaş Sarayı, Topkapı Sarayı ve Eski Saray’da büyük hasar oluşur. Bu deprem sırasında kubbesi çöken ve büyük hasar gören Fatih Camii yıkılır ve yeniden inşa edilerek 25 Nisan 1771’de ibadete açılır. Dönemin padişahı Sultan III. Mustafa bu vesile ile selâmlık resmini camide gerçekleştirir.
Dr. Deniz Mazlum’un, “Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında 22 Mayıs 1766 İstanbul Depremi ve Ardından Gerçekleştirilen Yapı Onarımları” başlıklı doktora tezinde ve 2011 yılında basılan “1766 İstanbul Depremi - Belgeler Işığında Yapı Onarımları” adlı kitabında, 1766 depremi sonucu hasar gören bölgeler ve yapılarla daha sonra yapılan onarımları içeren çok detaylı bilgiler bulunmaktadır.
Yirmi dört yıl sonra 5 Temmuz 1790 günü meydana gelen deprem şehrin art arda beş defa sallanmasına neden olur. Ertesi gün kısa aralıklarla dört artçı deprem vuku bulur ve devam eden deprem şokları beş kez daha şehrin sallanmasına neden olur. Arşiv belgelerinde bu depremler sonucu şehirde meydana gelen hasarlar hakkında bilgi bulunmamaktadır, anlaşılan sık sık tekrarlanmasına rağmen büyük bir hasar oluşturmamıştır.
27 Ekim 1802 günü vuku bulan depremde ise Kapalı Çarşı’da bulunan bazı kemerlerin hasar gördüğü ve bazı köhne evlerin yıkıldığı bildirilmektedir.
1 Mart 1855 günü İstanbul ve Bursa şiddetli bir deprem ile sallanır. Depremin verdiği hasarlar konusunda Cevdet Paşa bu depremde; “Davud Paşa Camii’nin son cemaat yerinde iki kubbe yıkıldı ve bir hayli kâgir bina hasar gördü, kâgir hanların çok sayıda odaları yıkıldı. Kale duvarlarının bazı bölümleri ayrıldı” demektedir. 1855 depreminin yarattığı asıl tahribat Bursa’da olur ve Bursa’nın “Küçük kıyamet” yaşadığı belirtilir.
Osmanlı Dönemi’nde İstanbul’un geçirdiği en önemli deprem 10 Temmuz 1894 günü meydana gelen depremdir. Tarihimizde “1310 Zelzelesi” olarak bilinen bu deprem, öğle vakti müezzinlerin minarelerden ezan okuduğu sırada vuku bulur. Dr. Fatma Ürekli’nin arşiv vesikalarına dayanarak hazırladığı “İstanbul’da 1894 Depremi” adlı kitabında deprem sırasında hasar gören yapılar ve bu yapıların onarımları konusunda detaylı açıklamalar bulunmaktadır.
Deprem sırasında Kapalı Çarşı’nın bir kısmı ile Bitpazarı, Yağlıkçılar, Çadırcılarda bulunan çok sayıda yapı yıkılır. Bu arada Nuruosmaniye Camii giriş bölümü, Edirnekapı Mihrimah Camii, Azapkapı Sokullu Camii, İmrahor Camii harap hâle gelir ve uzun yıllar ibadete kapalı kalır. Zindankapı’daki Ahi Çelebi Camii büyük hasar görür, Topkapı’daki Ahmed Paşa Camii ile Fatih’teki Balipaşa Camii’nin kubbeleri çöker. Haseki Sultan ile Silivrikapı’daki Topçubaşı Balâ Süleyman Ağa Mescidi’nin bazı bölümleri yıkılır. Bu depremin şehirdeki anıtsal yapılara büyük zararı dokunmuş olup hemen akabinde girişilen onarım çalışmaları uzun süre devam eder. Osmanlı Dönemi’nin son depremi 9 Ağustos 1912 günü vuku bulur ve büyük hasarlara neden olmaz.
Cumhuriyet Dönemi
29 Ekim 1923 günü Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul’da vuku bulan ilk deprem 4 Ocak 1935 günü gerçekleşir. Bu deprem sırasında meydana gelen hasar hakkında yeteri kadar bilgi bulunmamaktadır. İkinci deprem ise 18 Eylül 1963 günü gerçekleşir. Bu deprem sırasında meydana gelen hasar konusunda da yeteri kadar araştırma yapılmamıştır. Gerek 1935 gerekse 1963 depremleri konusunda günlük gazeteler taranırsa detaylı bilgi elde edilebilir.
İstanbul’un son dönemde geçirdiği en büyük deprem 17 Ağustos 1999 günü gerçekleşir. Merkez üssü Gölcük olan 7,4 veya 7,6 büyüklüğündeki bu depremde İstanbul’un özellikle Marmara Denizi’ne bakan Trakya bölümünde büyük hasarlar oluşur. Toplamda 454 can kaybının olduğu depremde, en büyük can kaybı 270 kişi ile Avcılar İlçesi’nde gerçekleşir. Avcılar’da 1823 konut, 326 iş yeri büyük hasar görür, dokuz bine yakın yapı ise orta ve az hasarlı olarak tespit edilir. Muhtemelen bu can kaybı son dönemlerde yaşanan depremler arasında en büyük can kaybıdır.
Anlaşıldığı kadarıyla İstanbul tarihi boyunca büyük depremlere maruz kalmış, büyük hasarlar almış ve çok sayıda can kaybı yaşamıştır. Bu şehirde yaşayan çoğu insan yaşadığı şehrin geçmişi hakkında yeteri kadar bilgi sahibi değil. Ama yıllardır bu şehri yönetenlerin, merkezi yönetimin, yerel yöneticilerin bu kadar vurdum duymaz olmaları, yaşadıkları bölgenin deprem kuşağında olduğu konusunda hiçbir fikirlerinin bulunmaması, yaşanacak yıkımın bilincinde olmamaları nasıl kabul edilebilir? Son depremde yaşadığımız büyük felaket oturduğumuz veya kullandığımız yapıların ne kadar baştan savma yapıldığını gösteriyor. Böylesi büyük bir yıkım sonrası hâlâ akıllanmayan, yapıyı denetleyen insanlara kaba güç kullanan bir grubun elini yapı faaliyetinden çekmediği, hiçbir şey olmamış gibi hâlâ inatla bildiğini yapmaya devam etme isteğinde olduğu anlaşılıyor. Sanırım en büyük sorun ahlaki olarak yaşadığımız çöküş, önce bunu ivedilikle halletmemiz gerekiyor.
Sözlerimi bir Amerikan subayının savaş sonrası söylediği söz ile bitirmek isterim.
“Düşmanın ne olduğunu anladık. Düşman kendimiziz.”
KAYNAKÇA
Elizabeth Angell, “Bir Şehir Manzarası: İstanbul’un Tarihinde Depremler”
Mustafa Cezar, “Osmanlı Devrinde İstanbul Yapılarında Tahribat Yapan Yangınlar ve Tabii Afetler”