Kastellion Tou Galatau...
KASTELLION TOU GALATAU
Turing, 406, İstanbul, Haziran 2021, s. 40-49.
Evliya Çelebi, “... Galata’nın kuzey tarafında Hicret’in 92. (711) senesinde Abdülaziz oğlu Ömer (717-720) büyük bir kule yaparak ismini “Kahr Kulesi” koydu. Hâlâ Kurşunlu Mahzen olan yeri onlar yapıp cami ettiler...” demektedir.
Evliya Çelebi’nin bahsettiği Abdülaziz oğlu Ömer, Emevi sülalesinin sekizinci hükümdarı olup, hiçbir zaman Konstantinopolis’e gelmez. Ömer’in halifeliği öncesi Mesleme b. Abdülmelik’in kumanda ettiği Arap orduları tarafından, 716 yılı Ağustos ayında başlatılan kuşatma sırasında Konstantinopolis önünde çok sert savaşlar olur ve Arap orduları büyük kayıplara uğrar. Ömer’in halife seçilmesi üzerine 717 yılı Eylül ayında bu kuşatma kaldırılır ve Arap orduları geri çekilir.
Kahr, Arapça bir kelime olup, dilimizde kahır olarak belirtilir ve insanın içine işleyen üzüntü, sıkıntı, keder anlamında kullanılır. Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi bu kule, şehri denizden kuşatanlar için büyük bir üzüntü kaynağı olmuş, fetih için çok çaba sarf edilmiş, çok şehit verilmiştir.
Gerçekte, Kahr Kulesi, Evliya Çelebi’nin belirttiği gibi Mesleme b. Abdülmelik tarafından mı inşa edilir? Yoksa Evliya Çelebi bir yanılgıya düşmekte olup, yüz yıllar içinde oluşan efsaneleri mi dile getirmektedir? Bir rivayete göre; “Mesleme, Konstantinopolis kuşatması öncesi, hemen karşısındaki bir alanda iki fersah üzerine iki fersah genişliğinde bir şehir kurdurup, ‘Medînet-ül Kahr’ ismini vermiştir ki, bu şehir şimdiki Galata’dır.” Çok eski tarihlerden beri anlatıla gelen bu efsane anlaşılan Evliya Çelebi tarafından bir kale yapımına dönüştürülür.
Kastellion tou Galatau isimli bu kulenin muhtemelen II. Tiberios (698-705) döneminde yapıldığı düşünülmektedir. IV. Konstantios (668-685) döneminde, Muâviye b. Ebû Süfyân’ın (661-680) halifeliği sırasında, 668 yılında Arap orduları ilk defa Konstantinopolis’i kuşatır. Kısa süren bu kuşatma sonrası 674-680 yılları arasında bu kez Arap orduları yedi yıl süren büyük bir kuşatma hareketine girişirler. Genellikle, Nisan-Eylül ayları arasında yapılan bu kuşatma süresince Arap orduları Kyzikos’ta kışlarlar. Büyük bir donanmanın desteğinde yapılan bu kuşatma sırasında “Rum Ateşi” denilen yeni bir tür yanıcı madde kullanan Romalılar, Arap donanmasına büyük hasar verirler.
Bu kuşatma ve giderek büyüyen Arap seferleri sonrası büyük zarar gören deniz surları İmparator II. Tiberios (698-705) döneminde büyük oranda yenilenir. Muhtemelen bu onarım sırasında Sarayburnu civarındaki Kentanarion (Eugenius) Burcu’nun karşısına düşen alanda Kastellion tou Galatau ismiyle anılan bir hisar yaptırılıp, her iki burç arasına Haliç’in ağzını kapayan zincir düzeni kurulur. 550 metre uzunluğunda ve her biri 8 ile 19 kilogram ağırlığında 407 halkadan oluşan ve yer yer ahşap şamandıralar üstüne bağlanan bu zincire ait bazı halkalar, hâlen İstanbul Arkeoloji Müzesi, Rumelihisarı Müzesi ve son dönemdeki düzenleme sonrası Galata Kulesi Müzesi’nde sergilenmektedir.
Daha sonraki dönemlere ait bazı belgelerde Mesleme b Abdülmelik’in kumandasında Ağustos 716 ile Eylül 717 tarihleri arasında yapılan üçüncü kuşatma döneminde Haliç’in ağzına gerili bu zincirden bahsedilir. Araplar tarafından yapılan üçüncü kuşatma ise III. Abbasi Halifesi El-Mehdî (775-785) döneminde, 781 yılında daha sonraları Hârûn-ür Reşîd adıyla ünlenecek olan oğlunun komutasında yapılır ise de bir sonuç alınamaz.
Çok uzun bir süre boyunca bir daha Konstantinopolis büyük bir donanma ile tehdit edilmez. Bu nedenle zaman zaman münferit olaylar nedeniyle Haliç’in ağzını kapayan zincirden söz edilirse de kayda değer bir bilgiye rastlamak mümkün olmamıştır. Ancak bu döneme ait hikâye günümüze kadar ulaşır, hiçbir şekilde aşılamayacağına inanılan bu zinciri bir tek Vareng Muhafızları’nın komutanı olan Harald Hardrada’nın aştığı söylenmektedir. İmparatoriçe Zoe’nin kıskançlığı sonucu hapse mahkûm olan Harald, hapisten kaçarak arkadaşları ile bir tekneye biner. Hızla zincirin üzerine doğru giden teknedeki insanların kıçta toplanmasını isteyen Harald, teknenin ucu zinciri aştıktan sonra, hızla baş tarafa doğru koşmalarını söyler, böylelikle zinciri aşan teknenin hikâyesi de günümüze kadar ulaşır.
Kastellion tou Galatau’yu tehdit eden en önemli olay inşasından yaklaşık beş yüz yıl sonra gerçekleşir. 25 Haziran 1203 günü Üsküdar’daki İmparator Aleksios’a ait sarayı işgal eden Haçlılar’a karşı İmparator Tophane bölgesinde bir ordugâh kurar. Birkaç gün sonra Haçlılar karşı kıyıya geçip, Romalılar’ın karargâhını ele geçirirler. Bu sırada toplanan Baronlar Meclisi; Haçlı donanmasının Haliç’e girebilmesi için Konstantinopolis’ten gelen zincirin bağlı olduğu Galata Hisarı’nı ele geçirmenin gerektiğine karar verir. Ertesi gün hisara yapılan hücuma, şehirden gelenlerle takviye edilen garnizondaki askerler büyük bir direnç gösterirlerse de Galata Hisarı, Haçlılar tarafından ele geçirilir.
Daha sonraki tarihlerde Galata’yı gezen Ibn Batuta bu hisardan söz etmez. XIV. yüzyıl ortalarında Cenevizliler tarafından kısım kısım tamamlanarak tümüyle surlar içine alınan Galata’daki bu hisarda Roma yönetimine bağlı bir garnizon bulunduğundan söz edilir. Fetih sırasında da Galata Hisarı içinde, karşı kıyıdaki Eugenius Kapısı ile bu hisar arasındaki gerili zinciri korumak amacıyla bir grup Roma askeri bulunduğundan bahsedilir.
Cristoforo Buondelmonti’nin 1420 ile 1422 tarihleri arasında hazırladığı “Liber Insularum Archipelago” albümünde ve daha sonraki tarihlerde farklı kişilerce çoğaltılan nüshalarının bazılarında Kastellion tou Galatau’ya yer verilmiştir. Çevresinde kemerli girişleri olan büyük bir avlu ve batı köşesinde yer alan yüksek bir kule ile belirtilen bu yapı, en geç 1490 tarihinde çizilen bir kopyada “Borgi di Lagirio/Lagiryo Kulesi” olarak isimlendirilmektedir.
Andrea Vavassore’nin XVI. yüzyılın başlarında çizdiği İstanbul panoramasında da Porta Schiara olarak belirtilen kapının hemen yanında belli belirsiz yer aldığı görülmektedir. Matrakçı Nasuh’un 1537 tarihli Galata çiziminde Kastellion tou Galatau görülmez. 1581 tarihli “Hünername” albümündeki Galata çiziminde de yer almaz. 1590 yılında Habsburg elçisine eşlik eden bir sanatçı tarafından çizildiği söylenen İstanbul panoramasında, Halili Koleksiyonu’nda bulunan Piri Reis kopyasındakine benzer bir yapı görülmektedir. Dikdörtgen planlı yapının konturları iki çizimde de birbirinin aynı gibidir. Esas ilgi çekici olan ise Galata Surları’nın bir burcunun minareye dönüştürülmüş görünüşüdür. Eğer Habsburg elçisinin refakatindeki sanatçı tarafından çizildiği belirtilen bu panoramanın tarihi hakkında herhangi bir yanılgıya düşülmüyorsa, Kurşunlu Mahzen’in camiye dönüştürülme tarihinin 1716’dan çok daha önce olması gerekir. XV. ve XVI. yüzyıllara ait bazı kayıtlarda söz konusu yapıdan “Kurşunlu Mağaza” olarak söz edilmektedir. Muhtemelen şehre gelen ithal malların depolandığı ve satışının yapıldığı bu yapı aynı zamanda Büyük Gümrük olarak da kullanılmaktadır.
Kastellion tou Galatau, bir başka deyişle Galata Kulesi’nden ayrılabilmesi için Galata Hisarı olarak da niteleyeceğimiz bu yapı, Piri Reis’in çeşitli kütüphanelerde yer alan çok sayıdaki “Kitâb-ı Bahriyye” nüshalarının bazılarında da kendine yer bulur. Berlin Diaz A Foliant 57 numarada kayıtlı nüsha, Londra’da Nasır Halili Koleksiyonu’nda bulunan nüsha ve Atatürk Kitaplığı Muallim Cevdet Koleksiyonu’na kayıtlı nüshada bu yapıya özel bir önem verildiği anlaşılmaktadır. Berlin ve Halili Koleksiyonu’ndaki nüshalarda söz konusu yapı “Kurşunlu Mahzen” adı yazılarak belirtilmiştir. Özellikle renkli olarak düzenlenen Nasır Halili koleksiyonundaki kopyada, Galata Surları içinde yer alan çoğu yapının çatılarının kırmızı boyalı olmasına karşın, bu yapının açık renk bırakılması çatısının kurşun örtülü olduğunu belirtmek içindir. Berlin ve Halili nüshalarında ön cephesinde bir giriş, iki pencere görülen yapının, batı cephesinde bir dizi pencere bulunmaktadır. Beşik çatı ile örtülü yapının, üzerinde beş adet çatı penceresi görülmektedir. Yapının sağ köşesinde minare benzeri, 1590 tarihli panoramada da belirtildiği gibi şerefeli bir burç bulunmaktadır. Bu görüntü bize aynı zamanda Piri Reis kopyalarının çizim tarihini vermesi açısından faydalı olmaktadır.
Görmekte olduğumuz şerefeli burç, Çorlulu Köse Bahir Mustafa Paşa’nın, 1 Temmuz 1752- 16 Şubat 1755 tarihleri arasındaki sadrazamlık döneminde, yapının camiye dönüştürülmesinden çok daha önceleri hiç olmazsa bir kısmının mescit olarak kullanıldığını göstermektedir. Bahir Mustafa Paşa, vakfiyesinde de belirttiği gibi, mahzeni (mescidi) cami haline getirmiş ve burada bir Nakşibendi zaviyesi inşa ettirmiştir. Kevork Pamukciyan, XVII. yüzyıl sonları ile XVIII. yüzyıl başlarında yaşayan Mağarya Çelebi Cevahirciyan’nın kronolojisine göre Kurşunlu Mahzen’in vezir tarafından 1676 yılında onarıldığını ve önünden Gümrüğün bulunduğu Karaköy Kapısı’na kadar olan alanda odalar ve dükkânlar inşa edilerek, gelirinin Medine’ye vakfedildiğini söylemektedir. Bu onarım muhtemelen 1676 yılında sadrazamlık yapan Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa (1 Kasım 1661-3 Kasım 1676) veya Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın (5 Kasım 1676-25 Aralık 1683) sadrazamlık döneminde yapılmış olmalıdır. Raşid Tarihi’nde Şubat-Mart 1683 tarihinde Kurşunlu Mahzen’de büyük bir yangın vuku bulduğu kayıtlıdır. Kapıları kapatılan mahzendeki yangın için için devam eder, on beş gün sonra kapılar açılınca yangın büyür ve çok miktarda zarara sebep olur. Bir süre sonra, Sultan III. Ahmed (1703-1730) döneminde, H. 1128 Rebiülâhiri’nde (Mart-Nisan 1716) Şehit Ali Paşa Kurşunlu Mahzen üzerinde bir “Kasr-ı fevkânî” inşa ettirir. Şemdânizâde Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihinde, H. 1140 / 1727-1728 senesinde Kurşunlu Mahzen’de bir yangın olduğundan bahsederse de, bu yangın sırasında Kasr-ı Hümayun’un zarar görüp görmediğini bildirmez. Bu yangının hemen öncesine ait Dessonville tarafından muhtemelen 1721 tarihinde çizilen bir Galata siluetinde Kurşunlu Mahzen, daha sonraları Meyer tarafından çizilen görünüşe benzer bir tarzda resmedilmiştir.
Haziran-Temmuz 1729 tarihli bir diğer kayıtta ise Kurşunlu Mahzen’deki Kasr-ı Hümayun açıklaması yer almaktadır. Anlaşılan bir dönem mahzenin üzerindeki kasır saraya aittir. Bu durum bazı çizimlerdeki, kurşun kaplı çatı nedeniyle belli de olmaktadır.
Ayvansarâyî Hüseyin Efendi, “... Galata Kalesi kulelerinden biri minare olmak üzere inşa edilen cami, daha sonra bir zelzelede yıkılınca yerine, mihrap tarafında sol köşede yeni bir minare inşa olundu...” demektedir. Muhtemelen bu zelzele sırasında Kurşunlu Mahzen de büyük zarar görür ve Sultan I. Mahmud (1730-1754) tarafından tümüyle yenilenerek H. 1166 / 1752-1753 tarihinde ibadete açılır. 1872-1873 yılları arasındaki tespitleriyle şehri anlatan P. A. Dethier, “... Gümrüğün yanı başında eskiden bir kale vardı. Bu Kale’nin duvarları, hâlen karantina yeri olarak kullanılan Kurşunlu Mahzen’i çevrelemektedir...” bilgisini bizlere ulaştırır.
Bu onarım sırasında Hisar’ın üzerine yeni bir de köşk inşa edilir. Daha sonraları Liman Başkanlığı olarak kullanılan, Kurşunlu Mahzen Köşkü’ne ait görüntüler, biri H. Meyer imzalı, diğeri ise John Lewis tarafından yapılan iki resimle günümüze ulaşır. Ayvansarâyî H. 1235 / 1819 yılında kasrın yandığından ve sadrazam Derviş Paşa tarafından yenilendiğinden söz eder. Muhtemelen Meyer imzalı gravür bu tarihten önceki, Lewis imzalı gravür ise yenilenen yapıya ait görüntüyü sunmaktadır. Anadoluhisarı Amcazâde Hüseyin Paşa Divanhanesi’ne benzer bir plan anlayışı ile yapılan bu kasır, kare planlı bir orta mekânın çevresinde yer alan dört eyvandan oluşmaktadır. Özellikle deniz yönündeki görünümü muhteşemdir. Meyer’in çizimi ile Lewis’in çizimi arasında önemli farklar mevcuttur. 1819 öncesi olduğunu düşündüğümüz Meyer’in çiziminde cephede pencere yerine, önlerinde korkuluklar olan büyük açıklıklar bulunmaktadır. Meyer’in görünüşüne benzer bir çizim de Melling’in İstanbul panoramasında yer almakta olup, çok uzak bir görüntü olduğu için gerçek bir değerlendirme yapmak oldukça güçtür. Ancak gerek Meyer gerekse Melling çizimlerinde yapının çatısında bir âlem görülmekte olup, bu da çatının kurşun kaplı olduğunu doğrulamaktadır. Muhtemelen bu tarihlerde yapı saray tarafından kullanılan bir kasırdır. Meyer ve Melling’in çizimlerindeki cephe düzeni Amcazâde Divanhanesi’ne daha yakın görülmektedir. Cole Smyth’in 1835-1836 yılları içinde yaptığı eskizlere dayanarak John Lewis tarafından çizilen görüntüde ise, pencereler daha uzun, bazıları kafesli ve ahşap kepenklidir. Mahzen-i Sultani adıyla bilinen saraya ait bir yapı olarak anılan ve Halili Koleksiyonu’nda yer alan çizimde kurşun kaplı olarak görülen çatısı ise bu kez alaturka kiremit kaplıdır. Suluboya olarak renklendirilen bu çizim pitoresk görünüşüyle bir dönemin estetik anlayışını aksettirmesi açısından çok önemlidir.
Sedad Hakkı Eldem, büyük oranda etkilendiği bu yapı için bir restitüsyon denemesi yapar. Galata Hisarı’nın denize doğru sağ köşesinde yer alan yapı kare bir sofa çevresinde yer alan dört eyvan ile bir giriş bölümünden oluşmaktadır. Sedad Hakkı Eldem, çok etkilendiği bu yapının gerek plan özelliğini gerekse cephe görünüşünü esas alarak günümüz “Taşlık” semtinde “Taşlık Kahvesi” adıyla halka açık bir yapı yapar. Daha sonra Swiss Otel’in yapımı sırasında yıkılan ve küçültülerek yeniden yapılan bugünkü kahve ile orijinal Taşlık Kahvesi’nin nerede ise cephesinin benzerliği dışında bir ilgisi bulunmamaktadır.
James Robertson’un 1854 yılında Galata Kulesi’nden çektiği İstanbul panoramasında bu kez Kurşunlu Mahzen Köşkü’nün arka cephesi görülmektedir. Sedad Hakkı Eldem’in restitüsyon denemesinde belirttiği gibi, arka cephede yapının içine erişmek için hisarın orta avlusundan başlayan bir merdiven yer almaktadır. Üzerinde bayrak dalgalanan direk, dikkat edildiğinde Lewis’in çiziminde de görülmektedir. Yapının cephelerinde Lewis’in çizimine benzer kepenkli pencereler bulunmakta olup, çatısı alaturka kiremit kaplıdır. Hisarın konturlarını belirleyen yüksek duvarların bir bölümü net olarak belli olmaktadır. Solda, Kemankeş Mustafa Paşa Camii’nin kubbesinin gerisinde görülen minare Kurşunlu Mahzen Camii minaresi, daha solda yer alan minare ise Kemankeş Mustafa Paşa minaresidir.
Meyer ve Lewis’e ait iki çizimde de görülen ve üzerinde küçük bir sakaf bulunan kemerli kapı ile hisarın avlusuna girilmektedir. Halili Koleksiyonu’nda bulunan Piri Reis çiziminde okuyamadığımız bir yazı ile açıklanan bu girişin adının Aya Nikola Kapısı olduğunu Evliya Çelebi yazar ve “... Burada Hz. İsa bağlılarından havarîyyun ayazması vardı sıtmalı adam girse şifa bulur...” diye ilave eder.
1868 yılında Galata Kulesi’nden çekilen Abdullah Kardeşler panoramasında Kurşunlu Mahzen Köşkü’nün yenilendiği, bu arada pencerelerinin değiştirildiği ve saçaklarının kısaltıldığı anlaşılmaktadır. Bu fotoğrafta görülen yeni bir uygulamada, Süfyân b. Ubeyne’nin sandukasının bulunduğu hacmin üstüne yapılan kurşun kubbe net bir şekilde görülmektedir. Kısa süre sonra 1875 tarihinde bu kez Guillaume Berggren tarafından çekilen karede ise artık Kurşunlu Mahzen Kasrı görülmemekte, onun yerine yapılan ve günümüzde varlığını sürdürmekte olan iki katlı ahşap yapı yer almaktadır. Berggren’in çektiği karedeki yapıya, daha sonra bir kanat daha eklendiği ise Sebah&Joaillier’in 1890 tarihli karesinden anlaşılmaktadır.
Günümüzde “Yeraltı Camii” adıyla bilinen, hisarın mahzen bölümü elli dört ayakla taşınan, çapraz tonozlardan oluşan bir üst yapıyla örtülüdür. Bir platform teşkil eden üst yapının üzerinde ise iki katlı ahşap Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Binası bulunmaktadır.
Kemeraltı Caddesi’nden yaklaşık bir metre alçak olan cami mekânı dikdörtgen planlı olup, caminin ikisi Kemeraltı Caddesi’nden, ikisi ise Karantina Sokağı’ndan olmak üzere dört adet girişi bulunmaktadır. Caminin içine gün ışığı Kemeraltı Caddesi’nden yüz alan cephedeki iki kapı ile üç pencereden girmektedir.
Caminin içinde ashâbtan Amr ibn-ül Âs (583-664 Kahire) ile Vehb b. Huşeyre ve Süfyân b. Ubeyne (726-814 Mekke) hazretlerine atfedilen üç adet makam bulunmaktadır. Caminin güney bölümündeki ana mekândan küçük bir açıklıkla girilen kubbe örtülü alanda Süfyân b. Ubeyne, ana mekânın Karantina Sokağı’na yakın bölümünde ise yan yana Amr ibn-ül Âs ve Vehb İbn-i Hüşeyre’nin makamları yer almaktadır.
Günümüzde Yeraltı Camii adıyla bilinen ve bir dönemin Kastellion tou Galatau Hisarı’ndan arta kalan bu yapı, içinde bulunan makamları ziyaret için gelmenin dışında hemen hiç kimse tarafından tanınmaz ve bilinmez. Zaman zaman bazı kişilerce Galata Kulesi ile karıştırılan ve kulenin yapım tarihini altı yüz yıl kadar öncesine taşıyanlara karşı gerek yazılı gerekse çizili belgeler ışığında, arşiv belgelerini de detaylı bir şekilde değerlendirip, geçmişi bin üç seneye ulaşan bu yapıyı tanımamız ve tanıtmamız gerekir. Farkına varmadan içinde yaşadığımız bu şehrin ondan ders almaya niyet edenlere öğreteceği çok şeyler olduğunu anlamamız gerekiyor. İçinde yaşadığı şehri tanımayan, onun nelere malik olduğunun farkında olmayan insanların bu şehri nasıl koruyabileceğini anlamak gerçekten zor...