Milas Bahaddin Ağa Konağı...
MİLAS BAHADDİN AĞA KONAĞI
Şehir ve Kültür, 57, İstanbul, Nisan 2019, s. 8-11.
Anadolu’nun güney batı bölgesinde yer alan Muğla ilinin, Milas ilçesinin tarihi çok eski dönemlere kadar uzanmaktadır. Eski ismi “Mylasa” olan bu şehir, erken dönemlerde “Karlar” ve “Lelegler” tarafından iskân edilmiştir. Şehrin kuruluş tarihi belirsizdir, şehrin “Aiolos”un neslinden “Mylassos” tarafından kurulduğuna dair bir efsane vardır. Bir dönem İran’ın Karya satraplığına başkentlik eden şehir, daha sonra “Selefkosların” hakimiyetine girmiş, milat yıllarında “Roma” hakimiyetini tanımıştır. Bu döneme ait çok sayıda yapı kalıntısı ile Hekatomnos’un Anıt Mezarı günümüze ulaşan önemli değerlerdir. Daha sonra kısa bir dönem piskoposluk merkezi olan şehir, 1071 Malazgirt Savaşı’nı takiben göçebe Türk kabilelerinin çevreye yerleşmeleri ile önce Selçuklu hakimiyetine girmiş, daha sonra ise Menteşe Beyliği’nin merkezi olmuştur. 1333 tarihinde Milas’ı ziyaret eden İbn Batuta ahîlere misafir olur ve Anadolu’nun en güzel, en büyük şehirlerinden biri olarak niteler. Milas ve çevresi Sultan Yıldırım Bayezıd döneminde 1390 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’na katılır. Bu döneme ait Firuz Bey Camii önemli bir yapıdır. XVIII. yüzyılda Milas üzerindeki merkezi hakimiyet azalmış ve yönetim büyük oranda mahalli ağaların eline geçmiştir. Bu döneme ait mazgallı duvarları ile şatoyu andıran ikamet yapılarının bir kısmı 1960’lı yıllara kadar mevcudiyetlerini devam ettirmişlerdir. XX. yüzyılın başlarında yapılan bir nüfus sayımına göre şehirde ikamet edenlerin sayısı 12.000 civarında olup, 9.737’si Müslüman, 1.930’u Rum ve 300 kadarı Musevi’dir. Mübadele sonrası büyük oranda azalan Rum nüfusu, takiben 1950’li yıllarda Musevi nüfusta İzmir ve İsrail’e göç eder. Bir dönem kozmopolit bir nüfus yapısına sahip olan Milas bu özelliğini kaybettikçe içine kapanmış ve büyük oranda yapılan ticaret giderek küçülmüş ve içe dönük bir faaliyet olarak sürdürülmeye başlanmıştır.
XVIII. yüzyıl sonralarından başlayarak, özellikle XIX. yüzyıl boyunca Milas’ta çok sayıda anıtsal nitelikli konut yapıldığını bilmekteyiz. Ayhan İlter tarafından yazılan ve Milas Belediyesi’nce 2005 yıllında basılan “Milas Evleri” isimli kitap, Milas merkezini oluşturan sekiz mahallede bulunan çok sayıda ahşap ve kâgir ev örneklerini içermektedir. Çoğu dış cephe fotoğrafı olan bu evlerin bazılarının dış cephelerinde kalemişi süslemelerde bulunmaktadır. Bazıların iç bölümlerinde de kalemişi süslemeler olduğu düşünülebilir. Ancak bu kitapta bizce Milas’ın en ünlü evi olması gereken Bahattin Ağa Konağı’na ait bir bilgi bulunmamaktadır.
1960’lı yılların sonlarına doğru bir Muğla gezisi sırasında Milas’tan geçerken, Atik Milas’ın Zeus Tapınağı’nın kuşatma duvarı üstünden manzaraya hâkim bir konumda ovaya doğru görkemli bir görünüşü olan Bahaddin Ağa Konağı gözümüze çarptı. Muhteşem bir yapı ile karşı karşıyaydık, cephesi kalemişleri ile süslenmişti, hele orta cumbasında yer alan simetrik iki aslan resmi, evin görkemini artırıyordu. O güne kadar cephesi kalemişleri ile süslü çok sayıda ev görmüştük ama, bunların hemen hepsi geometrik ve natüralist süslemelerdi. İlk defa üzerinde bir canlı tasviri olan ev ile karşılaşıyorduk. Daha sonraki araştırmalarımızda bu yapı hakkında çok az sayıda araştırma yapıldığının ve yayın olduğunun farkına vardık.
Bahaddin Ağa Konağı’nı yakından görmek için içine girmeye çalıştık ancak başarılı olamadık. Yazılı kaynaklardan; geniş bir avlusunun bulunduğunu, bu avluda çoğu harap mutfak, kiler, çeşme gibi müştemilat yapıları bulunduğunu öğrendik. İki katlı olan evin zemin katında depo ve hizmet odaları ile taşlık bulunmakta, üst katta ise doğu-batı doğrultusunda uzunca bir sofanın iki yanında odalar bulunmaktaymış. Evin iç odalarındaki süslemelerinde çok nitelikle olduğundan bahsedilmektedir. Üst Kat odaları ve eyvanının iki yanındaki duvarda yer alan vazolar içindeki çiçekler ve bir Bodrum manzarası dikkat çekiciymiş. Odaların tavanları ahşap bir silme ile duvardan ayrılmakta ve çoğu geometrik düzenlenmiş çıtalar ile oluşmaktaymış
Bahaddin Ağa Konağı Milas’ın hemen hemen en zengin ailesine ait olmasına rağmen uzun bir süredir boş bırakılmış olup, sanki yok olması beklenir gibiydi. Yüzyıllardır bölgede yaşayan bu ailenin niçin kendilerine ait olan ve bu topraklarla bağlarını pekiştiren, iftihar edilmesi gereken bir evi çökmeye bıraktığını anlamakta zorluk çektik. Bir süre sonra kendilerine ulaşıp, bu yapıya gerek mimari, gerekse sanat tarihi açısından sahip çıkılması gerektiğini anlatmaya çalıştık, eğer kendileri bu işle ilgilenmek istemiyorlarsa, Kültür Bakanlığı eliyle kamulaştırılmasına yardımcı olmalarını rica ettik. Olmadı, olamadı... Birkaç yıl sonra aynı bölgede seyahat ederken, acaba bizim aramızda adı Aslanlı Ev olan Bahaddin Ağa Konağı ne durumda diye merak ettik ve ziyaret etmek istedik. Bahaddin Ağa Konağı’nın bir bölümü çökmüştü, çöken bölümün içinden iç duvarda yer alan kalemişi süslemelerin bir bölümü görülüyordu. Cephesinin bir bölümü hâlâ varlığını korusa da önemli olan cumba artık yoktu. Çok üzüldük, yüzyıllardır bölgede sözü geçen bir ailye ait önemli bir yapı hızla yok oluşa doğru gidiyordu. Kısa süre sonra Aslanlı Ev’den geriye, o güzelim anıtsal bacası dahil hemen hiçbir şey kalmadı.
Yaşam sürem içinde hemen her şehrimizde bu yapıya benzer çok sayıda anıtsal konut örneklerinin hızla yok oluşuna şahit oldum, pek çoğunun fotoğraflarını çekmişim ve krokilerini yapmışım. Bu kadar kısa süre içinde yüzyıllardır oluşan bir yaşam kültürünün yok oluşunu seyretmek gerçekten çok üzücü, şimdi XX. yüzyılın başlarında, imparatorluğun yokluk döneminde yapılan, halk arasında bakla sofa, nohut oda olarak tarif edilen, hiçbir sanat tarihi ve mimari özelliği olmayan yapılara korumak için yapılan bürokratik zulmü seyrederken, hayretler içinde kalıyorum.
Bir dönemin en önemli sivil mimarlık örneklerinde olan Bahaddin Ağa Konağı-Aslanlı Ev’e gerçekten yazık oldu...