Nev-i Şahsına Münhasır Bir Sanatçı Şevki Dağ...
NEV-İ ŞAHSINA MÜNHASIR BİR SANATÇI ŞEVKET DAĞ
Cumhurbaşkanlığı Sanat Koleksiyonu, I, İstanbul, 2014, s. 226-229.
İlköğrenimini Hacı Ferhat Okulu'nda yaptıktan sonra, Darü'l-muallimîn'de [İstanbul Öğretmen Okulu] ortaöğretim görür. Dönemin geçerli kurallarına göre lise eğitimi görmeksizin girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi'nden [Güzel Sanatlar Akademisi] 1897'de mezun olur. Bir süre Evkaf İdaresi'nde memur olarak çalıştıktan sonra, önce Mahmudiye Rüştiyesi'nde, daha sonra sırasıyla Galata, Nişantaşı, Aksaray, Feriköy, Koca Reşit Paşa ve Kadıköy Numune Okulları; Vefa, Nişantaşı ve Galatasaray liseleri ile Darü'l-muallimîn'de resim öğretmenliği yapar. 1909 tarihinde Mehmed Ruhi Bey'in Şehzadebaşı'ndaki evini toplantı mekânı olarak seçen dönemin sanatçıları ile birlikte kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin kurucu üyesi olarak ilk genel sekreterliğini üstlenir ve uzun yıllar yönetim kurulu üyeliğinde bulunur. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin 1921'de Türk Ressamlar Cemiyeti, 1926'da Türk Sanayi-i Nefise Birliği ve 1929'da Güzel Sanatlar Birliği isimleri alması sıralarında da cemiyet çalışmalarını sürdürür. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin 1916 tarihinden itibaren gerçekleştirdiği Galatasaray Sergileri'ne düzenli olarak katılır. 1918'de Viyana'da açılan resim sergisinde Ayasofya Narteksi ve Rüstem Paşa Camii isimli iç mekân konulu iki eseri sergilenir.
Şevket Dağ, Türk resminde iç mekân (enteriör) türünü resimlerinde kapsamlı olarak işleyen ilk sanatçılardandır. Bir dönem resimdeki modernleşme hareketlerine karşı dursa da tekniği ile klasik geleneğe bağlı kalarak izlenimci-empresyonist harekete doğru değişim göstermiştir. 1914 Kuşağı denilen İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Hikmet Onat ve Sami Yetik gibi sanatçılar arasında yer alır. Türk izlenimcileri olarak da bilinen bu sanatçılar, resmin salt kopya etmekten ziyade, ona kişisel bir yorum ve mana katmak olduğunu vurgulayarak o güne kadar Türk resminde kabul gören, resim doğanın bir yansımasıdır görüşünü değiştirmişlerdir.
Şehzadebaşı'nda bir muhallebici dükkânında resim sergisi açması, ramazan aylarında halka resim sergilemesi, yoğun olarak ve ısrarla İstanbul'daki cami iç mekânlarını çalışması -bu nedenle cami ressamı olarak da bilinir- resim yapmanın genel olarak pek de hoş karşılanmadığı bir zamanda, Şevket Dağ'ın sanat sevgisini ve kendine duyduğu sarsılmaz güveni yansıtır. Tek bir konuyu üst üste usanmadan çalışması, iç mekân konusundaki titiz gözlemciliği, resimlerindeki yetkin çizgi arayışının bir göstergesidir. İstanbul'un bütün tarihsel anıtlarını inceleyen Şevket Dağ, uzun yıllar boyunca Ayasofya konusunu resimlerinde işlemiştir. Bu nedenle çok sayıda resminin belgesel özelliklerinin de unutulmaması gerekir. Cami içlerinin, pencerelerden gelen ışığın etkisiyle güçlenen mistik atmosferini, izlenimci anlayışa özgü bir duyarlılıkla resimlerinde belirgin olarak yansıtmıştır.
İstanbul Darü'l-muallimî'nde Şevket Dağ'ın öğrencisi olan Malik Aksel bir makalesinde hocasından övgü ile söz eder. İri, kalın vücuduna rağmen hassas, duygulu bir ruhu, neşeli ve nükteli bir dili olduğunu belirtir. Yaz kış beyaz kolalı yaka kullanır, ipek boyunbağının üstüne altın üzerine elmas ile süslenmiş küçük bir palet iğne takar. Kılık kıyafetine büyük bir itina gösteren Şevket Dağ'ın üzerinde en ufak bir boya lekesine rastlanmaz. Aksel, hocanın bazen talebelerine "Siz benim öyle kalıp kıyafetime bakmayın, beni öyle vurdumduymaz sanmayın. Ben talimli askerlerin mızıka ile geçişine hiç bakamam, derhal gözümden yaş gelir." dediğinden bahseder [Malik Aksel,"Bir Cami Ressamı", Sanat ve Folklor, İstanbul, 2011, s. 25-32].
Şevket Dağ dershaneye girer girmez ilk olarak kürsünün üzerine talebinin oturduğu yerleri gösteren bir plan koymaktadır. Daha sonra her öğrenciye birer resim kağıdı dağıtmakta ve çalışmaya başlanılmaktadır. Sessizliği pek sevmeyen sanatçı, sınıf sessizliğe büründüğünde latifeler yapmaya başlar ancak hiçbir zaman öğrencilerinden laubali bir tavırla karşılaşmaz. Bütün öğrencileri kendisine büyük bir hürmet beslemektedir.
Şevket Dağ'ın sigara düşmanlığı da dillere destandır. Parmakları sigara içmekten sararmış bir öğrenci gördüğü zaman terslenir ve ''iki metre ilerden resmini göster'' diye çıkışır. Bununla birlikte okul dışı gezilerde, öğrencilerle birlikte olmaktan hoşlanır, güzel sseslilere şarkılar söyletir. Onları büyük bir ciddiyetle dinler, arkasından da saz şairlerinin bazı beyitlerini söyler, halk bilmeceleri sorarak öğrencilerine çözdürür.
Yemek alışkanlığı da kendine mahsustur.Yemekhaneye asla gitmez, çantasından çıkardığı kaşar peyniri, çavuş üzümü, kayısı pestili gibi yiyeceklerle karnını doyurur. İyi yemek pişirdiğini söyleyenler vardır. İyi saat tamir ettiğini ise döneminde hemen herkes bilmektedir.
Öğrencilerine verdiği sene sonu nasihatleri de gelenek hâline gelmiştir. Şevket Dağ, fazla uzun konuşmaktan, uzun cümleler kurmaktan hoşlanmaz; açık bir ifade ile meramını kısa yoldan anlatmayı tercih eder. Sözü bittiği zaman öğrenciye sual sorarak konuşmasını bitirir.
Genel olarak nasihati şöyledir: "Çocuklar; hayatta insana en lazım olan şey paradır. Sakın bunu hakir görmeyin. İyi insanın elinde para onun dostudur. Onu en güzel emellerine kavuşturur. Onu kazanmasını olduğu kadar tutmasını ve sarf etmesini bilin, kazancınızın hepsini sarf etmeyin! İnsanın her türlü hali olur. Başından sıkıntılı haller geçer. Namerde muhtaç kalır. Düşenin dostu olmaz. Size nasihatim olsun, her insanın iki mesleği olmalıdır. İnsanın başından birşey geçerse, sıkıntıda kalırsa, bu ikinci meslek onun imdadına yetişir. Benim ikinci mesleğim saatçiliğimdir. Ben istersem gerektiğinde bir saatçi dükkanı açar, kimseye boyun eğmeden çoluk çocuğumu geçindiririm."
Bir dönem Konya ve Siirt milletvekilliği de yapan nev-i şahsına münhasır sanatçının ölümü de kendine özgü bir şekilde olur. Bir gün vapurla Rumelihisarı'ndaki yalısına dönerken kalp krizi geçirir. Etrafına toplananlardan biri haklı olarak telaş içinde, "Aman beyefendi, iyi misiniz?" diye sorunca Şevket Bey, elinden geldiğince sakin olmaya çalışarak, "Ne demek, iyi miyim, ölüyorum yahu!" der. "Ölüm dediğin davulla, dümbelekle gelmez ya! Böyle gelir işte!.." Kalp krizini atlatamayan Şevket Dağ, iskeleye inemeden vefat eder.
Sanatçının yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği Rumelihisarı temalı dış mekân resimleri de ünlüdür. Gerek mimarisi, gerekse Boğaziçi silüeti içindeki konumu nedeni bu bölge pek çok gravür sanatçısınınve ressamın konusu olur. Aşiyan sırtlarından, Rumelihisarı'nın Zağanos Paşa Kulesi'nin hemen yanındaki düzlükten yaptığı hisarın içini ve geride tüm haşmeti ile Saruca Paşa Kulesi'nin görüldüğü bulunan resim, ışık oyunları ile süslüdür. Resmin arka planında solda Yeniköy, sağda ise Mihrabad Körfezi'ne doğru Kanlıca iskanı seçilmektedir. Resmin yapıldığı bu açı, Ali Sami Bey gibi diğer ressamların da ilgisini çektiği gibi James Robertson, Pascal Sebah gibi dönemin ünlü fotoğrafçıları tarafından da belgelenmiştir...