Okçular Tekkesi'nin Hikâyesi...
AnasayfaMedyaYayımlar ve Bildiriler

Okçular Tekkesi'nin Hikâyesi...

KAYDIRIN

< Geri dönün

OKÇULAR TEKKESİ’NİN HİKÂYESİ

Nişangah-ı İstanbul, İstanbul, 2019, s. 348-393.

Bir yapının hele kendi yaptığım bir yapının nasıl projelendirildiği, nasıl inşa edildiğini yazmak bana her zaman zor gelmiştir. Bir yapı nasıl projelendirilir, nasıl yapılır? İyi bir mimarlık eğitimi, geniş bir inşaat bilgisi, uzun yıllara dayanan bir kültürel birikim, yoğun bir araştırma ve yorulmak bilmeyen bir çalışma süreci yüzleri hatta binleri bulan girdi. Bizler de onları harmanlayıp içinde gezilen ve yaşanan bir mekâna dönüştürmeye çalışıyoruz. Zaman zaman bana bir yapıyı nasıl yaptığım sorulduğunda cevap vermekte zorlanır ve merak ederim. Bir ressama bir resmi nasıl, niçin ve neden yaptığı sorulduğu zaman ne gibi bir cevap beklenmektedir. İnsan niçin resim yapar? Anlaşılan düşündüklerini bu şekilde ifade etmek istemektedir. Ya da bir yazar neden roman veya bir şair neden şiir yazar? Bence anlatmak istediklerini yazıya dökmüştür. Anlattığı veya anlatmaya çalıştığı işin bir kere daha açıklanmasını istemek veya beklemek ne derece doğrudur? Kısacası yaptığım bir yapıyı anlatmam istediğinde onun yaşadığımız döneme ve kültüre katkısından çok yapım aşamalarından bahsetmem gerektiğini düşünürüm, gerisini de o yapıları gezen veya kullananların değerlendirmesini beklerim. Okçular Tekkesi binaları hakkında bir yazı yazmam istediğinde aynı duygulara kapıldım ve sizlere nasıl yaptığımı anlatmak yerine Okçular Tekkesinin yapım hikayesinden bahsetmek istedim. Gelecekte bu tür yapılar yapmak isteyen meslektaşlarımın karşılaşacakları zorlukları, bürokratik engellemeleri ve başımdan geçen olayları anlatmayı yeğledim. İyi bir mimarlık eğitimi almış, kendini bu konuda eğitmiş bir insanın yapı yapması nispeten kolaydır. İyi bir mimarlık eğitimi almış, kendini bu konuda eğitmiş bir kişinin yapı yapması nispeten kolaydır. Önemli olan yapı yapmak değil; önemli olan -hele de bu yapı aynı zamanda korunması gerekli kültür varlığı niteliğinde ise- onu yapmak için yaşamak zorunda kalınan süreçtir.

1940’lı yılların son döneminde -II. Dünya Savaşı sırasında yaşanmış olan ekonomik sıkıntıların da etkisiyle- İstanbul hızlı bir göç alır ve bu göçe biraz da hazırlıksız yakalanır. Yeteri kadar arsa üretimi yapılmaz, mevcut imar planları iki milyon nüfusu barındıracak bir şehir içindir. 1940 yılında nüfus 991.237 kişi iken, 1950’de 1.116.477 olur, aradaki fark 125.240’dır. 1960’da ise 1.882.477 olur, artış 766.000 kişidir. Şehre yeni gelen insanların bir kısmı mevcut yapılar içinde kendine yer bulur. Ancak çok büyük bir kısım bulduğu herhangi bir yere başını sokacak bir yapı yapar.

Bu olay İstanbul’un başına ilk olarak da gelmez. İstanbul’un fethini takiben Fatih Sultan Mehmed şehrin boş kalan yapılarının, onarılıp kullanılabilir hale gelmesi için “Boş olan her yapı tutanın mülküdür” anlamına gelen bir ferman yayınlar, bir süre sonra hemen herkesin bakabileceğinden (ihtiyacından) fazla mülkü sahiplendiği görüldüğünden yeni bir ferman daha yayınlanarak tüm bu mülklere mukataa konur ve insanların bakabileceği kadar mülke sahip olması sağlanır [Tursun Bey 1977, 67-69]. Ancak çok partili döneme yeni geçilen bir zamanda benzer önlemler almak pek de mümkün değildir. Bu nedenle hemen herkes tuttuğu yeri mülk edinir. Bu yeni yapı olayı dilimize bir de kelime kazandırır “Gecekondu” [Ayverdi 2005, 1013].

İstanbul’un pek çok semti gibi Okmeydanı da bu gecekondulaşmadan nasibini alır. Beş yüz yıla yakın süredir, bir vakıf olarak varlığını sürdüren büyük bir alan, kısa sürede düzensiz yapılarla dolar. 1936 yılına ait bir fotoğrafta bomboş, tek tük menzil taşlarının bulunduğu alan, 1952 yılına ait bir karede az miktarda yapılaşma ile karşımıza çıkarken, 1964 tarihli bir başka fotoğrafta artık bu alanın tümü ile yapılaşmaya kurban edildiğini görürüz. Kısa süre içinde bu alanda inşa edilen yapılar, kendi bildiğine bırakılan yollar, ağaçsız ve sosyal donatı alanları olmayan kontrolsüz ve düzensiz büyük bir yerleşime döner.

Bu yerleşmenin oluşmaya başladığı tarihlerde Okmeydanı ve çevresinin kadastro tespiti yoktur. Şişli Tapu Sicil Muhafızlığının yazdığı 5 Nisan 1982 tarihli bir yazıda söz konusu alanın 1952 yılında tespiti yapıldığından bahisle, “Şişli, Kaptanpaşa Mahallesi, Okmeydanı sokakta kain 257 pafta, 1454 ada, 3 parsel sayılı 2.901.-m2 büyüklüğündeki alanın ve içindeki iki kâgir hane ile kuyuya havi dergâh arsasının Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına kayıtlıdır” dediği görülmektedir. Aynı kurumun 6.12.1983 tarihli bir başka yazısında ise komşu 257 pafta, 1454 ada, 2 parsel sayılı 1.144.- m2 büyüklüğündeki “kâgir minaresi olan cami arsasının tamamının kadastro suretiyle Sultan Mustafa Han Vakfı” adına kayıtlı olduğu bildirilmektedir. Bu kayıtta bir de şerh mevcuttur. Tapu kütüğünün beyanlar hanesinde yer alan bilgiye göre “Bu parsel içindeki kulübe enkazı Mustafa Fahri Yılmaz’a aittir.”

Devletimizin kayıtları muazzamdır; Sultan Mustafa Han Vakfı adına kayıtlı araziye sahip çıkamayan devlet, Mustafa Fahri Yılmaz’a ait kulübe enkazı için tapu kütüğüne şerh koymayı ihmal etmez. Ancak daha sonra burada anlayamadığımız bir çelişki ortaya çıkar. Şişli I. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğünün 8 Mayıs 2006 tarihli yazısında bu kere değişen pafta ve ada numaralarının yanı sıra parsel büyüklüklerinin de değiştiği görülmektedir. Şişli, Kaptanpaşa Mahallesi, 266/1 pafta, 3187 ada, 1 parsel sayılı 406.-m2 alanlı Minberi olan namazgah ile 3187 ada, 2 parsel sayılı 12.671.- m2 büyüklüğündeki spor alanının Fatih Sultan Mehmed Vakfı’na, 3187 ada, 3 parsel sayılı 4.429.-m2 büyüklüğündeki alanın ise 2826/4429 payının Fatih Sultan Mehmed Vakfı’na, 1115/4429 payının Sultan Mustafa Han Vakfı’na, 488/4429 payının ise Beyoğlu Belediyesi adına kayıtlı olduğu bildirilmektedir (Bu arada yapılan bir düzenleme ile Okmeydanı Tekkesi artık Kadı Mehmet Mahallesi sınırları içinde yer almaktadır).

Dr. Kadir Topbaş, 1994 yılında Beyoğlu Belediye Başkanı seçilen Nusret Bayraktar’a giderek bu bölgenin geçmişinden bahsedip, bazı alanların gecekondulardan temizlenmesi gerektiğini anlatır. Nusret Bayraktar bazı girişimlerde bulunursa da tam anlamı ile bir sonuç alınamaz. 1999 yılında Beyoğlu Belediye Başkanı seçilen Dr. Kadir Topbaş (1999-2004) çocukluğunun geçtiği bu bölgeye çeki düzen vermek için yoğun bir çaba harcamasına rağmen pek de başarılı olamaz. 2004 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilince yeniden harekete geçer ve 2005 yılında 3 parsel içinde bulunan 16 gecekondu, 52 bağımsız bölüm 1.134.091,00 TL enkaz bedeli ödemek ve Eyüp’teki sosyal konutlardan 32 daire tahsis etmek suretiyle yıkıp bu alanı temizler.

Kendisi ile yaptığımız bir sohbet sırasında bu alanı, içinde bulunan yarı yıkık minare, su haznesi ve kuyu bileziği de koruyarak bir park haline getirmek istediğinden söz etti. Burada eski dönemlerden kalma bir dergah ile bazı yapılar topluluğu bulunduğunu bir araştırma yapıldığı takdirde bu yapıların tekrar hayata kavuşturulmasının mümkün olduğunu ifade ettim. Araştırmalarımız sırasında söz konusu alandaki yapılarla ilgili 1537 yılında Matrakçı Nasuh tarafından Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak Seferi münasebetiyle hazırladığı albümden başlamak üzere çok sayıda görsel ve yazılı belgeye ulaştık.

İstanbul tarihinde iki tane spor kulübünden bahsedilir. Bu kulüpler Ok Atanlar ve Pehlivanlar Tekkesi’dir. Bu kulüplerden biri Unkapanı’nda Şebi-sefa Fatma Hatun Camii’nin bitişiğinde, diğeri ise Okmeydanı’nda bulunmaktadır. İstanbul’un hızla kimlik değiştirmesi sürecinde geçmişleri yüzlerce yıla uzanan her iki tekke de ortadan kalkar. Ok Atanlar (Okçular) ve Pehlivanlar Tekkesi adıyla anılan bu kurumların her ne kadar dini bir hüviyetleri varsa da, klasik anlamda birer tekke olarak nitelendirilmeleri söz konusu olmayıp, döneminin spor kulüpleri olarak hizmet verdikleri bilinmektedir. Evliya Çelebi Okçular Tekkesi’nin yapılış nedenini “tekkedeki okçuların dinlenip sohbet edeceği bir yere olan ihtiyaç” olarak açıklamıştır [Evliya Çelebi 2003, 381].

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethi hazırlıkları sırasında -daha sonraları Okmeydanı olarak isimlendirilen- bu alanda bir ordugâh kurduğu ve artçı birliklerini bu alana yerleştirdiği düşünülmektedir [Ayverdi 1973, III, 480]. Fetih sonrası Akşemseddin önderliğinde yapılan büyük zafer bayramlaşmasının Okmeydanı’nda yapıldığı ileri sürülür. Fatih Sultan Mehmed’in bölgede bir mescid inşa ettirdiği söylenirse de, bugüne kadar yapılan çalışmalarda bu yapıya ait herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır [İşli 2004, I, 255]. Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya Vakfiyesi’nde “Okmeydanı”, “Meydan-ı Tîr” veya “Dergâhı Tîrendezân” hakkında da herhangi bir bilgiye rastlanmaz.

Okmeydanı’nın daha sonraları Sultan II. Bayezıd (1481-1512) tarafından babasının vakfı adına tescil ettirildiği bilinmektedir [Uzunçarşılı 1984, I, 332; Ayverdi 1973, III, 480]. Okmeydanı Tekkesi İstanbul’un Türkleştirilmesine paralel olarak muhtemelen XV. Yüzyılın sonlarına doğru veya XVI. yüzyılın başlarında inşa edilmiş olmalıdır. Bazı kaynaklarda Sultan II. Bayezid dönemi başlarında bu meydanda Sorkun (Sivrikoz) Çardağı adı ile anılan üstü örtülü bir mekân bulunduğu ve Bosna Valisi Vezir İskender Paşa’nın bu yapıyı yıktırdığı, daha sonra ise yaptığı bu işten üzüntüye kapılarak, burada bir mescid ile tekke binası yaptırdığı ileri sürülür [Ayvansarâyî 2001, 413].

Kasr-ı Hümâyûn veya Şeyh Odası, mescit, mutfak, ambar gibi yapılardan teşekkül eden yapılar topluluğunun ilki Matrakçı Nasuh’un minyatüründe gördüğümüz binadır. Günümüze ulaşan kuyu bileziği Matrakçı Nasuh’un bu noktadaki gözlemlerini yansıtmakta ne denli gerçekçi davrandığını da göstermektedir [Matrakçı 1537, 8b-9a]. 1505 yılında tekkeninin yönetimini Türk hat sanatının en büyük isimlerinden olan Hamdullah Efendi üstlenir. Şeyh Hamdullah olarak bilinen bu zatın H. 911 / 1505-1506 tarihli üzerinde “Bu menzilin sahibi Şeyh oğlu Hamdullah Hattatların reisi, okçuların şeyhi” sözlerinin yazılı olduğu menzil taşı yapılan araştırma kazısı sırasında bulunarak, yeni yapılan müze binasının girişinde teşhire sunulur.

Sultan II. Bayezid döneminde yaptırılan bu spor tesisinin mescidinin 1518’de yaptırılan bir minaresi olduğundan söz edilirse de, Matrakçı Nasuh’un çiziminde böyle bir minare görülmez. Bazı kaynaklar bu yapıların bir bölümünün Mimar Sinan tarafından inşa edildiğini söylerse de, Sinan’ın yapı listelerinde böyle bir faaliyete rastlanmaz [Kuran 1986; Meriç 1965]. Zaman içinde harap olan bu yapıları H. 1034 / 1624-1625 yılında Gürcü Mehmed Paşa onartmış ve mescide bir minber ekleyerek, bu bölgeyi ordu kışlağı haline dönüştürmüştür [Ayverdi 1973, III, 480; Ayvansarâyî 2001, 413]. Sultan III. Ahmed (1703-1730) döneminde tekrar yenilenen bu yapılara, -ki bu yapılar 1720 tarihli Surname-i Vehbi albümünde görülmektedir [Levnî 1720]. Son olarak H. 1184 / 1770-1771 tarihinde Ebubekir Ağa tarafından bir minare ilave edilir.

Anlaşılan XVIII. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar benzeri pek çok mahalle mescidi gibi, Okçular Tekkesi Mescidi’nin de minaresi yoktur. Okçular Tekkesi 5 Safer 1236/12 Kasım 1820 günü aniden vuku bulan fırtına sonrası büyük oranda tahrip olur ve minaresi zemine kadar yıkılır. Sultan II. Mahmud (1808-1839) tarafından bir kez daha esaslı olarak onarılır [Şânîzâde 2008, 1009]. Muhtemelen bu onarım öncesine ait bir çizim o dönemin İsveç Büyükelçisi Carl Gustaf Löwenhielm’ın 1820 tarihli albümünde karşımıza çıkmaktadır [Löwenhielm 2003, 65].

Etrafı yüksekçe bir duvarla çevrili dikdörtgen şeklindeki geniş bir avlunun önünde iki katlı ve iki bölümlü bir yapı, muhtemelen tekke binası ve şeyh odası seçilmektedir. Geride tek şerefeli, ince, uzun kurşun külahlı bir minare görülür. Kuzey’e doğru avlu duvarının hemen arkasında tek katlı bir yapı yer almaktadır. Avlunun biri şeyh odasının altında, diğerleri daha sağa doğru olmak üzere üç girişi vardır. Yapı çevresi tamamen boştur ve kuzeye doğru yer alan büyük servi ağacının altında bazı mezar taşları seçilmektedir. Bu mezarların Kukacı Dede ve önemli okçulara ait olduğu ileri sürülür [İşli 2004, I, 260; Pakalın 1983, 722].

Söz konusu çizim, bu yapıların karakteri ve minarenin orijinal kurşun külâhı hakkında fikir vermektedir. Çünkü daha sonraki tarihlerde çekilen her üç fotoğrafta da minare ampir üslûpta taş külahlı olarak görülmektedir. Anlaşılan XIX. yüzyılda İstanbul’daki pek çok cami ve mescitte rastladığımız bu külâh değiştirme işlemi Okçular Tekkesi mescidinde de uygulanmıştır. Şeyh Odası ve diğer yapıların kısmen görüldüğü tek fotoğraf Mimar Hikmet (Koyunoğlu) imzalı karedir.

Bu fotoğraf ile Löwenhielm’ın çizimi arasında önemli benzerlikler vardır. Ancak, giriş kapısının üzerindeki açıklığın Löwenhielm’da iki renkli taştan bir kemer olmasına karşın, bu fotoğrafta geniş söveli ve düz atkılı olarak oluşturulduğu seçilmektedir. 1930 tarihli bir diğer fotoğrafta ise, avlunun güneydoğu ucunda yer alan diğer bir taş yapı görülmektedir. Bu fotoğrafın çekildiği tarihte Şeyh Odası ve eklentileri yanmış veya yıkılmış olmalıdır ki, yapının arkasından Şeyh Odası’nın altındaki kâgir su haznesi (tonoz) görülmektedir. İnce, zarif kurşun külâhın yerine yapılan ampir üslûbunda ki taş külâh bu karede de yer almaktadır.

Okçular Tekkesi’nin Keramet ve Metin Niğar tarafından yapılmış üç boyutlu bir restitüsyon denemesi de mevcuttur. Ancak bu denemedeki Şeyh Odası ile Mimar Hikmet (Koyunoğlu) imzalı fotoğraf arasında önemli farklar göze çarpmaktadır. Bu arada önemle belirtmek isteriz ki, hakkında yeteri kadar bilgi olmasa da alanda bulunan namazgah minberi İstanbul’da bulunan en eski klasik Osmanlı yapılarından biridir ve bu minberin onarım öncesi hali korunması gerekli kültür varlıklarına gösterilen ilgisizliğin utanılması gereken bir örneğidir [Genim 1976, 147-155; Genim 1978, 339-345; Tiryaki 2004, I, 415-420].

Okmeydanı’nın bulunduğu alan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 10.01.1976 gün ve 8885 sayılı kararı ile Tarihi Sit Alanı olarak ilan edilir. Ancak bu konuda çok geç kalınmış olup, alanın nerede ise tamamı kaçak yapılarla iskân edilmiştir. Kâğıt üzerindeki tescil kararına karşın bu kadar büyük bir alanın kaçak yapılardan temizlenmesi mümkün değildir. Bu kararın üzerinden on yılı aşkın bir süre geçer ve 28.08.1988 günü İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri konuyu yerinde incelerler. Kurul, 02.09.1988 tarih ve 714 sayılı kararla mevcut namazgahın orijinal kısımlarının korunarak ihyasını içeren projenin Vakfılar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanarak kurul onayına bağlı olarak restorasyonunun yapılmasını kararlaştırı. Geçen zamana ve giderek artan tahribata rağmen değişen bir şey olmaz ve yukarda da belirttiğimiz gibi 3 parseldeki kaçak yapılar kaldırılarak Okmeydanı Tekkesi’nin bulunduğu parsel boşaltılır.

2004 yılı Mahalli İdare seçimleri sonrası Dr. Kadir Topbaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Ahmet Misbah Demircan ise Beyoğlu Belediye Başkanı olarak seçilir. Ahmet Misbah Demircan’ın desteği ile söz konusu yapılar için bir avan proje hazırlığına başlanır. İlgili Koruma Kurulu’na başvurularak boşaltılan alanın tescili istenir. 07.02.2007 tarih ve 840 sayılı karar ile 266 pafta, 3187 ada bulunan (eski 1454 ada 2 ve3 parseller) korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilir. 2007 yılı içinde Beyoğlu Belediyesi’nin desteğiyle alanda kazı çalışmaları yapılır ve kazı sonucu ortaya çıkan temel kalıntı rölöveleri ile Türk Ve İslam Eserleri Müzesi uzmanları tarafından hazırlanan 05.10.2007 tarihli raporu ve bu bilgiler doğrultusunda hazırlanan restitüsyon projesinin yanı sıra restorasyon avan projesi Koruma Kurulu’nun görüşüne sunulur.

Sunulan belgelerin incelenmesinden sonra alınan 28.11.2007 tarih 1400 sayılı kurul kararı gerçekten incelenmesi ve gelecek için çözüm üretilmesi açısından ibretliktir. Söz konusu kararda Türk ve İslam Eserleri Müzesi raporu değerlendirilmeden daha fazla araştırma yapılması, yaklaşık 70.00 x 70.00 metrelik bir kazı alanının 1/20 ölçekli rölövesi (3.50 x 3.50 metrelik bir çizim) istenmektedir. Koruma Kurulu üyeliği gerçek bir bilgi birikimi ister, koruma kurulu üyeleri mensup oldukları bilim dalında uzmanlaşmış ve kararlarına saygı duyulan kişiler olmalıdır. Verdikleri kararların gerekçeleri tartışmaya açık olmamalı, uygulanması mümkün olmayan istekler içermemelidir. Üstelik Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün, Genel Müdür Nadir Avcı imzalı 11.11.2004 sayılı yazısı ile Koruma Kurullarının, Müze uzmanlarınca yapılan sondaj çalışmalarının Koruma Kurulunca yeterli bulunmasının ve yeni raporlar istenmesinin mümkün olmadığı, her iki kurumunda aynı bakanlık çatısı altında çalışan kurumlar olduğunu ve birbirlerinin bilimsel görüşlerine saygı duyulması gerektiği bildirilmektedir.

Bu arada, tarafımızca hazırlanan rölöve, restitüsyon ve yenileme projelerinin herhangi bir bedel alınmaksızın İstanbul’a bir armağan olarak hazırlandığını dikkatinize sunmak isterim. Bu husus hazırlanan projeler üzerinde de belirtilmiştir. İyi niyetle başladığımız bir çalışma için çıkarılan bürokratik engeller bizi rahatsız etti.1976 yılında alınan karardan beri uygulama olarak hiçbir mesafe alınmamışken, bu kere yapılan çalışmalara destek olmak yerine köstek olunduğunu görmek gerçekten bizi çok üzdü. 1400 sayılı karara Arkeolog Prof. Dr. Coşkun Özgünel’in 06.04.2008 ve Mimar/Sanat Tarihçisi Prof. Dr. M. Baha Tanman’ın konu hakkındaki raporlarını da ekleyerek 15 Eylül 2008 tarihinde beş madde halinde Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararına itiraz ettik.

28.11.2007 tarih ve 1400 sayılı kararın üzerinde bir yılı aşkın süre sonra, daha önce sunduğumuz rölöve, restitüsyon ve yenileme projeleri bu kere Deprem Afet Merkezi olarak gösterilen bodrum katın iptali 26.12.2008 tarih ve 2295 sayılı kararla onandı. İlk sunduğumuz projede ne değişmişti ki, aynı üyeler bir yıl sonra 1400 sayılı kararda belirtikleri hususların yanlış olduğunu görüp, sunduğumuz projeleri onaylamışlardı. Bodrum katında yer alan Deprem Afet Merkezi konusundaki karar ise içler açısı bir hükümdür. Tekke alanının restorasyon projelerinin hazırlanması sırasında, komşu 1 parselde bulunan minberinde restorasyonun yapılması düşünüldü.

Bu yapıların yenilenmesi sonrası bu alana farklı ne gibi bir fonksiyonun verilebileceği de gündeme geldi ve o sırada futbol maçlarının yapıldığı komşu 3 parselin de proje alanına katılması ve burada tekrar ok müsabakalarının yapılmasının faydalı olacağı anlaşıldı. Boyutlarının yetersizliği nedeniyle resmi futbol müsabakalarının yapılamadığı bu yer de proje alanına dahil edildi. 2 parsel kot itibariyle tekke alanının altında kaldığı için alanda düzeltmeler yapılması ve büyük bir bölümünün doldurulması gerekiyordu. Bu nedenle dolgu yerine, ok atış alanı olarak düzenlenen kotun altında bir otopark yapılması teklif ettik. Ancak 28.11.2007 tarih ve 1400 sayılı kararda burada yapılacak bir otoparkın yoğunluğu artıracağından bahisle uygun olmadığına karar verildi.

Gelecekte çok sayıda ziyaretçinin geleceği bu alanın otopark ihtiyacına cevap verebilmek için teklif ettiğimiz otopark yerine bu kere Deprem Afet Merkezi yapmayı teklif etmiştik. Bu teklifimiz de herhangi bir buluntuya rastlama ihtimali olmamasına rağmen, bunca yıldır neyin nesi olduğunu öğrenemediğim “yoğunluğu artırıcı” bulunarak reddedilir, gala anlayabilmiş değilim.

Onaylanan rölöve ve restitüsyon projeleri ile avan proje bizim iki yılımıza mal olmuştu. Yılmadık; bir yılı aşkın süre sonra bu kere hazırladığımız uygulama projelerini ilgili kurulun onayına sunduk uzun bir süre tetkik edilen projelerimiz bazı düzeltmeler ile 07.04.2010 tarih ve 3389 sayılı kararla onaylandı. Ancak tüm açıklamalarımıza karşın bu kere de minarenin orijinal görünüşü ile değil (kurşun külahlı), muhtemelen Sultan II Mahmut sonrası bir dönemde yapılan ampir üslupta taş külahlı haliyle ihyasına karar verildi.

2004 yılında başladığımız projelendirme ve bürokrasi yolculuğu nihayet altı sene sonra son bulmuştu. Uzun seneler sonra işler biraz hızlandı, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün 27 Temmuz 2010 tarihli yazısına istinaden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı bu projenin 19 Ocak 2011 tarihinde KİPTAŞ tarafından hayata geçirilmesine karar verildi. Yapılan ihale sonrası 15.2.12011 tarihinde Gür Yapı İnşaat işin yüklenicisi oldu ve 15 Şubat 2011 tarihinde yapı ruhsatı alındı. Bir yılı aşkın süre içinde yapılan inşaat 10.09.2012 tarihinde tamamlandı.

Bu arada, 17 Nisan 2012 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde “400 yıllık yapı yerinden söküldü, minber uçtu gitti” başlıklı bir haber çıktı. Onaylı projemizde belirtmemize rağmen ilgili Koruma Kurulu 15.05.2012 tarihli bir yazı ile ilgili kurumlardan ve bizden rapor istiyordu. Kendilerine yapılmakta olan uygulamanın onaylı proje çerçevesinde devam ettiğini, ancak bazı noktalarda uygulama sırasında arazi yapısı nedeniyle değişiklik yapılmasının gerektiği ve bu konuda hazırlanan tadilat projesinin onay için kendilerine iletildiği bildirildi. Bu arada ilgili Koruma Kurulu üyelerinin büyük bir bölümü değişmiş ve yerlerine yeni üyeler atanmıştı, bizi fazla uğraştırmadılar. 20.06.2012 tarih ve 542 sayılı karar ile tadilat projemiz onaylandı ve mesleki denetim sorumluluğunun müellif mimar tarafından üstlenilmesine karar verildi.

Yapıların tamamlanmış olmasına rağmen, büyük bir alana yayılmış yapılar ve ok atış alanının çağdaş kullanıma alınmasında bazı güçlükler ortaya çıktı. Okçuluk Federasyonu bu işi ödenek yokluğu sebebiyle üstlenmek istemedi, bunun üzerine Okçuluk Vakfı kuruldu ve çalışmalara başladı. 29 Mayıs 2013 günü, o dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bir açılış ile hizmet vermeye başladı.Bu arada gelecekteki araştırmacılar için önemle belirmek isterim ki, Okmeydanı Namazgahı’nın bir mihrabı yoktu, belki bir dönem bir kıble taşı varsa da günümüze erişmemişti. Bugün var olan minberi biz yaptık, daha önce böyle bir yapı yoktu.

Bu alanda yapılan yapılarda çağdaş yapı malzemeleri kullanılmış, tüm yapıların taşıyıcı ve kısmen bölücü sistemleri betonarme olarak yapılmıştır. Önemli olan malzeme değil, malzemenin nasıl kullanıldığı ve nasıl bir sonucunun ortaya çıktığıdır. Zaman zaman betonun ömrü konusunda bazı sorularla karşılaşıyorum. Roma’da bulunan Panteon, MS. 118 tarihinde İmparator Hadrianus (117-138) döneminde yapılır. 43.20 metre genişliğinde ve 44.00 metre yüksekliğindeki kubbesi dökme betondur ve iki bin yıldır ayakta durmaktadır. Betonun ömtünü merak edenlerin bilgisine sunmak isterim.

Yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi, mescit, hünkâr odası, konferans salonu, müze, kitaplık, idare bölümler, soyunma alanları, kafeterya, ok atış alanı, namazgah gibi çeşitli yapı ve alanlardan oluşan bu tesisi, gezip görmek varken, yazı ile tekrar anlatmanın bir faydası olacağını düşünmüyorum. En iyisi bu yapıları gezin, orada yetişmekte olan veya yetişip uluslararası yarışmalarda ülkemizin yüz akı olan gençlerimizin heyecanlarını görün. Fırsat olursa bir ok da siz atın.

Sanırım günümüzde geçmişi beş yüz yılı aşkın bir spor tesisi yoktur. İstanbul’un bu tür bir spor alanına kavuşması hepimizin gurur duyması gereken bir çabanın sonucudur. Bu tesisin gerçekleşmesi ve genç nesillere hizmet vermesi için elinden gelen gayreti gösteren herkese sevgili dostlarım Dr. Kadir Topbaş, Ahmet Misbah Demircan, İsmet Yıldırım, Hasan Gürsoy, meslektaşım Belma Barış Kurtel ve emeği geçen herkese en içten duygularımla teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

Ne yazık ki günümüzde bir mimarın ömrünün büyük bir bölümü yapı projelendirmek ve onun hayata geçmesi için çalışmakla değil, abuk sabuk kararlarla hemen her girişimi çıkmaza sokmaya çalışan bürokrasi ile uğraşmakla geçiyor. Sonra birbirimize soruyoruz bu kadar kötü yapı nasıl oluştu? İşte bu da bürokrasinin marifeti, şapkadan tavşan çıkarıyor. Biz bürokrasinin çarkları içinde öğütülürken; birileri de bu yapıları yapıveriyor, sonra da bu yapılar nasıl ortaya çıktı diye birbirimize soruyoruz.

Not: Bu yazıda adı geçen Koruma Kurulu kararları ile bürokratik yazışmaları merak edenler, bunca çarpık yapılaşma nasıl oluştu diye düşünenler, geleceğe çözüm olması açısından İstanbul II Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu arşivi ile Beyoğlu Belediyesi’nde bulunan yapı dosyasına başvurarak detay bilgilere ulaşabilirler...

KAYNAKÇA

Ayvansarâyî 2001
Ayvansarâyî Hüseyin Efendi, Ali Sâtı’ Efendi/Süleymân Besim Efendi (Haz. Ahmet Nezih Galitekin), Hadikatü’l-Cevâmi, İstanbul Câmileri ve Diğer Dînî-Sivil Mi’mârî Yapılar, Haz. Ahmet Nezih Galitekin, İstanbul, 2001.

Ayverdi 1973
Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mi’mârisinde Fâtih Devri 855-886 (1451-1481), III, İstanbul, 1973.

Ayverdi 2005
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, 2005.

Evliya Çelebi 2003
Evliya Çelebi, (Haz. Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), Evliya Çelebi Seyahatnâmesi: İstanbul,  İstanbul, 2003.

Genim 1976
M. Sinan Genim, “Mihraplı ve Minberli Namazgâhlara Bir Örnek”, Sanat Tarihi Yıllığı, 6, İstanbul, 1976, s. 147-155.

Genim 1978
M. Sinan Genim, “Mihraplı ve Minberli Namazgâhlar”, Fifth International Congress of Turkish Art, Budapest, 1978, s. 339-345.

İşli 2004
H.Necdet İşli, “Okmeydanı”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, I, İstanbul, 2004, s. 2534-28.

Kuran 1986
Abdullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul, 1986.

Levnî 1720
Levnî, Surnâme-i Vehbî, Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı, A. 3593.

Löwenhielm 2003
Carl Gustav Löwenhielm, (Haz. Engin Yenal), Bir Zamanlar Türkiye, İstanbul, 2003.

Matrakçı 1537
Matrakçı Nasuh, Mecmua-i Menazil, İ.Ü. Kitaplığı, T. 5954.

Meriç 1965
Rıfkı Melûl Meriç, Mimar Sinan Hayatı, Eseri, Ankara, 1965.

Pakalın 1983
Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1983.

Şânîzâde 2008
Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi, Şânîzâde Târihî, İstanbul, 2008.

Tanman 2004
M. Baha Tanman, “Tekkeler”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, I, İstanbul, 2005, s. 361-388.

Tiryaki 2004
Yavuz Tiryaki, “Namazgâhlar”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, I, İstanbul, 2004, s. 415-420.

Tursun Bey 1977

Tursun Bey, (Haz. Mertol Tulum), Târîh-i Ebü’l-feth, İstanbul, 1977.

Uzunçarşılı 1984
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatında Kapıkulu Ocakları, I, Ankara, 1984. 

Yenilem Proje Danışmanlık Ticaret A.Ş. © 2024. Her Hakkı Saklıdır. Site: İkipixel

TAKİP EDİN