Saint Antoine de Padoue Kilisesi...
SAINT ANTOINE DE PADOUE KİLİSESİ
Beyoğlu, 7, İstanbul, 2007, s. 54-63.
Orta İtalya’da Assisi’de doğup büyüyen ve Francesco takma adıyla anılan Giovanni Bernardone zevk ve sefaya düşkün bir zengin çocuğuyken, Perugia’la yapılan bir savaş sırasında esir düşer ve bir yıl kadar hapis hayatı yaşar. Bu ıstıraplı yaşantı sonrası dünya nimetlerinden el etek çekip İsa’nın yoksulluğunu överek herkesi aynı şekilde yaşamaya çağırır. O dönem nerede ise tüm inananların kendilerini Tanrı’ya ve İsa’ya adayarak, yoksulluk içinde yaşadıkları bir dönemdir.
Francesco’da dünyevi zevklerden uzaklaşarak, kiliseler önünde dilenir, gaipten sesler duyduğunu söyler ve etrafına geniş bir inanmış kitlesi toplamaya başlar. Daha sonra kendini aziz ilan edip San Francesco adını alır. Kısa süre sonra papalığın da desteği ile büyüyen ve Fransiskenler adını alan müminler, 1219’da Mısır ve Filistin’e giderler. Aynı yıllarda tarikatın bazı mensupları da Latin işgali altındaki Konstantinopolis’e gelirler. Kendilerine hem suriçinde, hem de Galata’da yer tahsis edilir ve kilise yapmalarına izin verilir.
1261’de Latinler şehirden kovulup, tekrar Roma hakimiyeti kurulunca, Fransisken faaliyeti darbe yer ve kiliseleri Dominiken tarikatına verilir. Etkinliklerinin azalması üzerine bu kez Venedikliler kendilerine Galata’daki Santa Maria delle Grazie Kilisesi’ni verirlerse de bu kilisede 1307 tarihinde Patrik Atanasios tarafından yıktırılır. Yüz yılı aşkın bir süre sonra Papa IV. Eugenio’nun verdiği parasal destek ile aynı yerde San Francesco Kilisesi’ni kurarlar.
İstanbul’un fethi sonrası Türk yönetimi ile iyi ilişkiler kuran Fransiskenlerin Fatih Sultan Mehmed’i manastırlarında misafir ettikleri de bilinmektedir. 1639 ve 1660 yangınlarından etkilen San Francesco Kilisesi harap olup yıkıldığından, boş kalan arsasına 1697’de Gülnûş Emetullah Valde Sultan Camii yapılır. 1724’de Fransisken tarikatına yeni bir arsa tahsis edilirse de yeni bir kilise yapmalarına ancak ikiyüz yıl sonra izin verilir.
Ancak bu arada daha önce Conventuel rahiplerinin ruhban mektebi olan bir yapı, devrin Fransız Elçisi’nin tavassutu ile tamir edilerek 1721 tarihinde kilise ve manastıra dönüştürülür. 1762’de yanan bu yapılar ertesi yıl tekrar inşa edilir. Yeni kilise de 1831 tarihindeki yangında tekrar yanar. Bu kez tüm Latin cemaati üyelerinin yardımlarıyla kâgir olarak yeniden yapılır. Ancak kısa sürede kısıtlı bir bütçeyle yapılan bu kilise de uzun ömürlü olmaz, zaman içinde bakımsız kalır ve ön bölümü Cadde-i Kebir’in genişletilmesi sırasında yıkılır.
Daha önceleri Fransızların "café chantant" dedikleri şarkılı bir eğlence yerinin bulunduğu alan, 1871 yılında bazı temsillerin de oynandığı bir salona dönüştürülür. 1874’de tümüyle yanan bu salonun yerine ertesi yıl kışlık kullanıma da imkân veren yeni bir bina yapılır; bu sıralarda sahibi Maria Andreas’dır. Ancak 1882 tarihli Beyoğlu haritasında bu yapıya rastlanmaz. Giderek gelişen ve gizlice kumarda oynatılan bu yapıyı İstanbul’da 1724’den beri diledikleri büyüklük ve görkemde bir kiliseye sahip olamayan Fransisken tarikatı, Latin cemaatinin de desteğiyle 1891 yılında satın almak ister. İstenen ile önerilen fiyat arasındaki fark nedeniyle bu girişim sonuçsuz kalır. Artık, Concordia Tiyatrosu ve Bahçesi adıyla anılan bu gazino, 1904 yılında yeniden düzenlenir ve parlak bir açılış yapılır. Fransiskenler Cadde-i Kebir üzerinde istedikleri gibi bir arsa bulamadıkları için tekrar talep de bulunurlar ve 1906 yılında taraflar anlaşır. Concordia Tiyatrosu kilise cemaati tarafından satın alınarak yıkılır.
San Antoine adıyla anılan, Saint Antoine (Antonio) de Padoue Kilisesi’nin mimarları Guilio Mongeri ile ortağı Edoardo de Nari’dir. İnşaatı ise Guglielmo Semprini üstlenir. Altı yıl gibi oldukça uzun bir süre devam eden inşaat sonrası, kilise 15 Şubat 1912 tarihinde yapılan büyük bir ayinle ibadete açılır.
İstanbul doğumlu bir levanten olan Guilio Mongeri, bu yapıda Milano’daki Accademia di Brera’da mimarlık öğrenimi gördüğü dönemdeki hocası Camillo Boito’nun neo-gotik akımları kendince yorumlamasıyla oluşturduğu Stile Boito’nun etkisinde kalmıştır.
Tünel’den Galatasaray’a doğru yürürken, ünlü Mısır Apartmanı’na gelmeden İstiklal Caddesi’nin sağ tarafında kalan yapı, üç adet yüksek kemerli girişi ile kendini belli eder. Girişin her iki yanında yer alan beşer katlı iki apartman bloğu kilise ile birlikte yapıya gelir temin etmek için inşa edilmişlerdir.
Özellikle Noel günlerinde yapılan geceyarısı ayinleri ile son zamanlarda ilgi çeken, hatta kalabalık nedeniyle ibadet etmekte zorlanan cemaatinin şikayetlerine konu olan San Antoine Kilisesi’nin tanınmışlığına karşın, İstanbul’un önemli renklerinden ve mimari örneklerinden biri olan San Antoine Apartmanları nerede ise hiç birimizin ilgisini çekmez. İstiklal Caddesi’nden geçenlerin bundan böyle başlarını kaldırarak bu cadde üzerindeki değişik bir mimari anlayışla yapılan bu yapıları da seyretmesini dileriz.
Doğuya doğru eğimli bir arazide doğu-batı aksına yerleştirilmiş olan yapı, yaklaşık 20 x 50 metre ölçülerinde Latin haçı planlıdır. İç yüksekliği 23 metredir. Eğimden dolayı doğu cephesi 50 metreyi aşan bir yüksekliğe erişir. Doğu yönünde apsis beş cepheli çokgen bir çıkma yapar. Çan kulesi bu çıkmanın güney apsisi üzerinde yer alır. Beyoğlu’nun ilk betonarme yapılarından olan kilisenin dış cephesi tuğlayla kaplanmıştır.
Mimar Mongeri ve Nari’nin gerek mimarisi, gerekse zaman zaman kimimizin hayatını şenlendirmesi amacıyla şehrimize kazandırdığı bu renkli yapılar topluluğu, örneklerine Kuzey İtalya’da sıkça rastladığımız İtalyan neo-gotik yapılarının başarılı bir örneğidir.
Bir dünya şehri olan İstanbul’un ne kadar hoş görülü bir yaşam sürdüğünün canlı bir göstergesi olan San Antoine Kilisesi ve Apartmanları’nın yakın bir gelecekte yapımının yüzüncü yılını kutlamak dileğiyle...