Seddülbahir Kalesi...
AnasayfaMedyaYayımlar ve Bildiriler

Seddülbahir Kalesi...

KAYDIRIN

< Geri dönün

SEDDÜLBAHİR KALESİ

Turing, 399, İstanbul, Eylül 2019, s. 56-63.

Seddülbahir Kalesi, Gelibolu yarımadasının güneye doğru ucunda, Çanakkale Boğazı’nın Ege Denizi ile buluştuğu noktada, günümüz Ertuğrul ve Morto koyları arasında yer alan Damlacık Burnu üzerinde yer almaktadır.

1656 yılında Venedik Donanması’nın Boğaz girişini abluka altına alıp, 22 Temmuz 1656 günü dokuz günlük bir kuşatma sonrası Bozcaada’yı işgal etmesi üzerine, Boğaz girişinde karşılıklı iki kale yapımına karar verilir. Sultan IV. Mehmed’in (1648-1687) annesi Hatice Turhan Valide Sultan tarafından yaptırılmaya başlanan bu kalelerin Sultan IV. Mehmed ve Hatice Turhan Sultan tarafından Eylül 1659 tarihinde ziyaret edilerek inşaat sürecinin incelendiği bilinmektedir. Abdurrahman Abdi Paşa’nın verdiği bilgiye göre bu tarihte yapım çalışmaları daha başlangıç safhasındadır. Kalelerin deniz yönleri yeni doldurulmuş olup hızlı bir yapım aşamasına geçilmiştir. 1661 yılı Ağustos ayında ikinci kere kaleleri ziyaret etmek üzere Padişah ve Valide Sultan Gelibolu’ya gelir. Bu ziyaret sırasında büyük oranda tamamlanan kalelerden karşılıklı toplar atılır ve şenlikler yapılır.

Mimar Mustafa Ağa ile Kapudan Ali Paşa’nın nezaretinde yapılan bu kalelerden Rumeli yakasındakine Kal’a-i Sultaniyye, Anadolu yakasındakine ise Kal’a-i Hakaniyye ismi verilmekle birlikte, daha sonraları Seddülbahir [Deniz Seddi] ile Kumkale isimleriyle tanınır olmuşlardır. Seddülbahir Kalesi’nin beş burcu vardır, burçlar birbirine seyirdim yolu olan beden duvarları ile bağlı olup, üç kademe oluşturmaktadır. Deniz yönünde, beden duvarları altına inşa edilmiş kayıkhane gözlerinin bulunduğu geniş bir hisarpeçe yer alır. Burçların içinde çeşitli amaçlarla kullanılan büyük mekanlar bulunduğu gibi, kale avlusunda, tek şerefeli bir cami ve çok sayıda çeşitli amaçlarla kullanılan yapılar olduğu eski bir gravürde görülmektedir.

Zaman içinde harap olan kalenin Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) tarafından onarıldığına dair kitabe İngilizler tarafından sökülerek, İngiltere’ye götürülmüş, The Illustrated War News isimli derginin 29 Eylül 1915 tarihli nüshasında bir fotoğrafı neşredilmiştir. Söz konusu kitabede “Sultan Abdülhamid Han Efendimiz Hazretlerinin resmiyeti ile inşa olunmuştur”  yazısı okunmaktadır.

Her ne kadar zaman zaman çeşitli tamir ve onarımlar geçirse de, yüzyılların tahribine uğrayan kale, özellikle Çanakkale Savaşı sırasında 19-25 Şubat 1915 günleri arasında yoğun bir şekilde bombalanmış ve büyük oranda yıkıma uğramıştır. Cumhuriyet döneminde kaderine terk edilen yapı, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 14 Kasım 1980 tarihli kararla “korunması gerekli kültür varlığı” olarak tescil edilmiştir.

Uzun yıllar onarım bekleyen yapıya ait projeleri Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 16.11.2006, konservasyon projelerini 23.02.2007, çevre düzenleme ve restorasyon projelerini ise 24.11.2009 tarihlerinde uygun bularak onaylamıştır.

19.06.2014 gün ve 6546 sayılı kanunla kurulan Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Hakkındaki Kanun’un yürürlüğe girmesine müteakip, 05.06.2015 tarihinde Tarihi Alan Başkanlığı ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol ile “Seddülbahir Kalesi Onarımı ve Çevre Düzenlemesi Yapımı İşi”nin gerçekleştirilmesi planlanmış, Tarihi Alan Başkanlığı tarafından 05.06.2015 tarihinde gerekli ihale yapılmıştır. 26.06.2015 günü yer teslimi yapılarak işe başlanmış olup, işin süresi 510 gün olarak belirlenmiştir. Buna karşılık 29 Haziran 2018 günü çektiğim bir karede, kalenin önünde duran bilgi panosunda işin süresi 1020 gün, 6 Haziran 2019 günü çektiğim karede ise 1030 gün olarak görülmektedir. Kamu adına iş yapanlar, verdikleri bilgi açısından dikkatli ve sorumlu olmak mecburiyetindedirler, Kültür Bakanlığı sitesindeki bilgi ile gerçek arasında 1000 günlük bir fark olması kabul edilebilir bir hata değildir.

29 Haziran 2018 günü bir grup konu ile ilgili arkadaşlarla birlikte kaleyi gezdik ve yapılan çalışmalar hakkında bilgi aldık. Anladığımız kadarıyla kalenin beden duvarları onarılacak, eski yapılara ait temel kalıntıları olduğu gibi bırakılarak kale bir ören yeri olarak ziyarete açılacaktır. Ertesi günü bu kere yeni onarılan Babakale’yi ziyaret ettik. Babakale onarılmasına onarılmıştı da, onarım sonrası yeniden kaderine terk edilmiş bir görüntü içindeydi. Bomboş bir kale, kapısında Babakale Muhtarlığı tarafından ziyaret edildiğine dair bir belgenin küçük bir meblağ karşılığı satışının dışında, gelir getirici herhangi bir düşüncenin ve eylemin olmadığı korunması gerekli bir yapı. Kimden ve neden koruyoruz?

Daha sonraki bir tarihte Arnavutluk seyahatimiz sırasında yeni düzenlenen küçücük Tiran Kalesi’ni görünce gerçekten üzüldüm, geçmişin Tiran Kalesi öğünülecek bir düzenlemeyle yeniden hayat bulmuştu, gece gündüz çok sayıda ziyaretçi ve turist buraya akın etmekte ve gelir getirici bir halde kullanılmaktaydı. Geçmiş ile gelecek çağdaş bir anlayış ile insan yaşantısına sunulmuştu. Tiran Kalesi’ni gezerken, birden aklıma Portekiz’de gezdiğim Cascais Kalesi geldi, bir dönem ziyaret etmiş ve içinde yapılan otelde kalmak istemiştim. Çevre otellere nazaran iki, üç kat daha pahalı bir oteldi, ama bir daha buralara gelemem, madem geldim buna katlanır, geçmişin içinde çağdaş bir yaşantının verdiği zevke değer diye düşünmüştüm. Ancak yer bulamadım, çünkü bu otelde en az altı ay önce yer ayırtmak gerekiyormuş, çevredeki otellerde çok yer olmasına karşın altı aylık doluluk, geçmişi değerlendirmek açısından imrenilecek bir girişim.

İnternette dolaştığım zamanlar İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya gibi çok sayıda ülkede yapılan, kale ve şato restorasyonları ile karşılaşıyorum, bu yapıların çoğunluğu otel veya lokanta, içlerindeki bir bölüm ise tarihini anlatan müze olarak düzenlenmiş, hemen hepsinde yüksek bedellerle satılan bir hediyelik eşya seksiyonu var. Her seferinde bizim neyimiz eksik diye düşünürüm, ülkemizin malik olduğu korunması gerekli kültür varlığı sayısı hemen hemen bu ülkelerin tamamındaki kültür varlıklarından daha çok. Ancak Kültür Turizmi yapmayı bir türlü beceremiyoruz, aklımız mı yok, paramız mı? Son dönemlerde yapılanları gördükçe paramızın değil ama yeteri kadar aklımızın olmadığını düşünmeye başladım.

Şimdi bazıları bu düşüncelerime Unesco veya Icomos kararları bu tür düzenlemelere karşı diyecek. Ancak benim gezdiğim ve bu düzenlemeleri en radikal şekilde uygulayan hemen her ülke bu kurumların üyesi, onlar nasıl olup yapıyorlar da, bize gelince yasak oluyor anlamak zor.

Seddülbahir Kalesi, Çanakkale Boğazı girişinde çağdaş mekanlarla donatılıp, tamamlanması gereken bir yapıdır. Her ne kadar yeterli belge olmasa da, beş burcunun üzerine kurşun kaplı külahlar yerleştirilmeli, kalenin beden duvarları ve burçlar tıpkı eski dönemlerde olduğu gibi her yıl kireç badana ile boyanmalıdır. Çanakkale girişinde Türklerin yüzyıllar boyu, bu topraklardaki egemenliği gösteren, çok uzaklardan beyaz boyalı anıtsal yapısıyla ilgi çekecek olan böylesi bir anıta kaç ülke sahip? Niçin derinden duygulandığımız “Çanakkale Geçilmez” sözünü böylesi bir anıtsal yapı ile pekiştirmeyiz? Neden kıymetini bilmiyoruz, uluslararası zincir oluşturan birkaç otel, lokanta, kafeterya, butik satış mağazaları gibi gelir getirici üniteler ile donatılmasında ne gibi sakınca var anlamam mümkün değil.

Ülkemiz çoğu kez bahsettiğim gibi prehistoryadan günümüze çok sayıda korunması gerekli kültür varlığına sahiptir, ancak nerede ise tümü gelir getirici değil, tam tersi ülkenin güvenlik, sağlık, eğitim gibi önemli beklentilerine cevap vermesi gereken gelir kaynaklarımızı, sürekli olarak bu yapıların onarımı için kullanmaktayız. Bir türlü çağdaş beklentilere cevap verecek şekilde onarmadığımız yapılar ve ören yerleri için bitmez tükenmez kaynak ayırmakla vakit ve nakit kaybediyoruz.

Bu arada bir sitemimde 6546 sayılı kanunu hazırlayanlara, söz konusu kanunun Genel Esaslar bölümünü teşkil eden 3. Maddesi’nde, söz konusu alanda yeni yapı ve tesis yapılamayacağı gibi bir hüküm var. Hemen hemen dünyanın her ülkesinden insanın ziyaret ettiği gerek bizim tarihimiz gerekse dünya tarihi açısından bu kadar önemli bir alanda, niçin böyle bir hükme gerek vardır. Sanırım özel şahıslar tarafından yapı yapılmasını önlemek amacıyla kaleme alınan bu hüküm bizim atılım yapmamızı, kendimizi yenilememizi, dünyaya açılmamızı, gelir sağlamamızı önleyecek bir hüküm olarak karşımıza çıkıyor.

Elli yıllık mimarım, bu süre içinde yeni yapılar kadar hasbelkader korunması gerekli yapılarda yapılan düzenlemelerle ilgili çalışmalarım da oldu. Bunca yıldır hemen her vesileyle ülkemizin korunması gerekli kültürel sermayesinin büyüklüğünden, ancak ne hikmetse bu sermayeyi bir türlü kullanmayı beceremediğimizden söz ederim. Bunca yıldır ben söyledim, ben dinledim. Onlarca Kültür Bakanı tanıdım, hepsi Kültür Bakanlığı’nın bu konudaki taassubundan yakındı. Hep bekledim ki Kültür ve Turizm Bakanlığı birleşsin de, turizmin getirdiği zenginlik ve dünya görüşü kültüre de yansısın. Yaklaşık on beş yıldır Kültür ve Turizm Bakanlığı tek elden yönetiliyor, bugüne kadar çok sayıda kişi bakanlık yaptı, turizm kesiminin kültürü canlandıracağını beklerken, kültürün turizmin canlılığını yok ettiğini görmekteyim. Bunca senedir hiçbir şey değişmediği gibi umutlarımda giderek hüsrana uğradı.

Türkiye coğrafyasında Seddülbahir benzeri yüzlerce kale bulunmakta, bitmez tükenmez bir kaynak israfı ile bu yapıları onarıyoruz, ancak çok azının geriye dönüşü var ki, bu dönüş bile onların bakımına yetmiyor. Genel bütçeden ayrılan kaynaklar ile yapılan her tür onarım bence birer israf, hiçbir ekonomi bitmez tükenmez bir kaynak israfına tahammül edemez. Acilen en kısa süre içinde bu tür yapılarda yapılan onarımların ne gibi gelir getirici kaynak sağlayabileceği araştırılmalı ve onarım projelerinde bu tür düzenlemeler yapılmalıdır. Bu düzenlemelerin bürokratik kademeler içinde yapılması mümkün değildir, çünkü bürokrasi de yer alan kişilerin atılımları her zaman şiddetle bastırılmakta ve hiçbir iş yapmayan, herhangi bir iş yapmadığı içinde soruşturma veya cezalandırma gibi davranışlarla karşılaşmayan kişilerin çoğunlukta olduğu bir oluşumda gerçekten radikal kararlar almak ve atılım yapmak imkansızdır.

Yeni bir anlayış ile Cumhurbaşkanlığı bünyesinde oluşturulan Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu benzeri bir kurulun bu konularda daha olumlu adımlar atacağını düşünmekteyim. Ülkemiz bu işler için yeterli insan kaynağına sahiptir, ancak hemen her şeyde olduğu gibi önderlik edecek bir kişiye ihtiyacımız var...

Yenilem Proje Danışmanlık Ticaret A.Ş. © 2024. Her Hakkı Saklıdır. Site: İkipixel

TAKİP EDİN