Şerefâbâd veya Şemsi Paşa Kasrı...
ŞEREFÂBÂD VEYA ŞEMSİ PAŞA KASRI
Turing, 411, İstanbul, Eylül 2022, s. 30-43.
Venedik Elçisi Costantino Garzoni’nin (1573) aktardığına göre Sultan II. Selim, Şemsi Ahmed Paşa’nın sahilsarayını sık sık ziyaret etmekte ve aynı zamanda kan bağı bulunan paşanın annesi Şahnisâ Sultan’la satranç oynamaktan hoşlanmaktadır.
1577-1578 yılları arasında İstanbul’da bulunan Stephan Gerlach’da anılarında Şemsi Paşa’dan söz eder. Onun hemen her zaman padişahın yakınında bulunduğunu, bir av dönüşü 7 Şubat 1577 günü seyrettiği padişah alayını şu sözlerle anlatır.
“Sultan Murad avdan döndü. Önden avcılar ve ellerinin üstünde atmacalar, doğanlar taşıyan saray hizmetkarları, acemioğlanlar, kırmızıya boyanmış güzel köpekler geçtiler. Üstlerinde zarif örtüler ve gümüş koşum takımları olan dokuz at onları takip etti. Bunların arkasından yaşlı ve akıllı bir adam olan, üstelik Türkçe ve Farsça şiirler yazan Şemsi Paşa ileliyordu. Bu paşanın konağı Üsküdar’da tam padişahın sarayının karşısındadır. Canı istediğinde buradan saraya gidebilir. Şemsi Paşa’nın annesi padişahın akrabasıdır ve kendisi de padişahın yakınn dostudur. Fakat belli bir göreve atanmış olmadığı gibi, herhangi bir sorumluluk da üstlenmemiştir. Gene de Türk beşyelerinden daha rahat bir yaşamı vardır, çünkü padişahın yanından hemeh hemen hiç ayrılmaz ve padişah ile hiçbir paşanın cüret edemeyeceği kadar samimi konuşur. Bu yüzden de bütün paşalar, beyler ona çok saygı gösterirler ve ondan çekinirler. Şemsi Paşa, padişahın bir işi için Mehmed Paşa’ya (Sokullu) geldiğinde, herkes onu karşılamaya koşar ve sanki padişahın kendi gelmiş gibi itibar ederler. Hatta sadece kahyasının gönderse bile, ona saygılı davranırlar.”
Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Rudolf (1576-1612) tarafından Osmanlı Devleti’ne daimî temsilci olarak gönderilen Joachim Freiherr von Sintzendorff’un elçilik heyetinde yer alan Protestan vaiz Salomon Shweigger, İstanbul’da bulunduğu Ocak 1578 ile Mart 1581 tarihleri arasındaki gözlemlerini “Almanya’dan Konstantinopolis’e ve Kudüs’e Yapılan Bir Yolculuk Hakkında Yüz Adet Güzel ve Yeni Çizimle Donatılmış Üç Kitaptan İbaret Yeni Bir Yolculuk Öyküsü”. adıyla 1608 yılında Nürnberg’de yayımlar.
Bu kitabın kırk beşinci bölümünde Üsküdar’dan bahsederken; “Bu semtte Şemsi Paşa (Semschi Wascha) adında çok ünlü bir Türk şairi yaşamaktadır. Rivayete göre o, Türklerin ya da Osmanlıların çok eski bir hükümdar soyundan gelmekteymiş. Ama böyle yüksek bir soydan gelen birinin hâlâ yaşadığı pek de duyulmuş bir şey değildir. Bu şairi, şimdiki padişahın babası olan Sultan Selim (II. Selim 1566-1574) pek sever ve şarap içtiği zaman, sohbet etmek için onu karşısına oturturmuş. O da güzel şiirlerle, hicivlerle padişahı neşelendirir ve her kadeh içkiye, dizeleriyle ayrı bir lezzet katmayı bilirmiş. Şimdiki padişah da onunla birlikte vakit geçirmekten hoşlanmaktadır.”
İsmi hala bölgede varlığını sürdürmekte olan Şemsi Ahmed Paşa (ö.1580), İsfendiyar Oğullarından Kızıl Ahmed Bey’in torunu, Mirza Paşa’nın oğludur. Annesi Sultan II. Bayezıd’ın (1481-1512) oğlu Şehzade Abdullah’ın kızı Şahnisâ Sultandır. Genç yaşında enderuna alınarak eğitim görür, Sultan I. Selim (1512-1520) döneminde sırasıyla avcubaşı, bölük ağası, müteferrika ve sipahiler ağası olur. Kanuni Sultan Süleyman (1520-566) döneminde Şam ve Sivas beylerbeylikleri görevinde bulunur. 1554’de Anadolu Beylerbeyi, bir süre sonrada Rumeli Beylerbeyliğine atanır. Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatını takiben emekli edilir. Sultan II. Selim (1566-1574) döneminde bu kere padişaha musahip olarak atanır. Sultan III. Murad (1574-1595) döneminde de nüfuzunu sürdürür ve 1580 yılında dönemi için oldukça geç bir yaşta vefat eder.
Ayvansarayi Hüseyin Efendi, Şemsi Ahmed Paşa’nın kendi ismiyle anılan kasrı için, “Hudâvendigâr-ı müşârün-ileyh hazretleri için binâ ettirmiştir” demekte. Burada sözü edilen padişah kimdir? Shweigger’in söz konusu bilgiye sahip olduğu tarih 1578 sonrası olduğuna göre Sultan III. Murad dönemi olmalıdır. Bu konuda büyük bir yanılgı mı vardır? Mimar Sinan Tuhfetü’l Mi’marin’in dokuzunca bölümünde Sultan II. Selim ve III. Mehmed için Üsküdar Sarayı’nda iki adet köşk yaptığından söz eder. Muhtemelen bu köşklerden biri Şemsi Ahmed Paşa Sahilsarayı’nın yakınında yaptırdığı kasır olmalıdır. İlk olarak Sultan II. Selim’e hediye amacıyla yaptırılan kasır, daha sonra yenilerek Sultan III. Murad’a armağan edilmiş olabilir. Anlaşılan Şemsi Paşa Kasrı muhtemelen ilk olarak 1566 ilâ 1574 tarihleri arasında yapılmış, 1574 yılından sonra da yenilenmiş olmalıdır.
Bu ilk kasır hakkında elimizde, yazılı kaynaklarda aktarılanlar dışında, birkaç çizili belge bulunmaktadır. Aslı Maryland The Walters Art Museum’da bulunan bir Kitab-ı Bahriye nüshasında Üsküdar koyunun hemen başlangıcında, tek minareli küçük bir cami ve onun sağında dik çatılı büyükçe bir yapı görülür. Hemen önünde “Şemsi Paşa Sarayı” yazmaktadır. Benzer şekilde hemen hemen aynı döneme ait beş ayrı nüshada da ikisi dışında isim belirtilmeksizin, Walters Art nüshasındakine benzer bir yapı görülmektedir. Ülkekul bu çizimin tarihi için 1715 yılında yıkılan Arkadios Sütunu’nun görülmediğini bu nedenle bu tarihten sonraki bir dönemde çizilmiş olabileceği ileri sürer. Üsküdar Meydanı’nda bulunan Mimar Sinan yapısı Mihrimah Sultan Kervansaraylarından, günümüzdeki Sultan III. Ahmed Çeşmesi yerinde bulunan kervansarayın mevcudiyetini koruduğunu göz önüne alırsak bu çizimin 1715-1729 tarihleri arasında yapılmış olabileceğini kabul etmek gerekir. Şemsi Paşa Sarayı yazan bir diğer çizim ise Fransa Milli Kütüphanesi 956 numaralı yazmada bulunmaktadır. Ortasında büyükçe bir kapı bulunan, muhtemelen iki katlı yapının üst katında üç pencere görülüyor. Bir diğer görüntü ise Berlin kopyasında, ön cephesinde üç, yan cephesinde çok sayıda pencere görülen yapının, kurşun kaplı beşik çatısı var, çatısının kurşun kaplı olması saraya ait bir yapı olduğunu belirtiyor. Şemsi Paşa’nın hanedana mensup olan annesinin de oturduğu bu yapının miri arazide yapılmış olma ihtimali mevcuttur. Şemsi Paşa Camii’nin batısında yer alan bu yapının gerisinde geniş saçaklı, kemerle oluşturulmuş zemin kat üzerine oturan bir başka yapı, daha gerisinde ise kurşun örtülü ikinci bir yapı ile onun solunda kubbeli diğer bir yapı daha yer almakta. Bu yapıların birinin Şemsi Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan padişah köşkü olma ihtimali vardır. Bu üç çizimde yer almasına karşı Londra Halili kopyasında, Şemsipaşa Camii’nin sağına doğru yer aldığını bildiğimiz Şemsi Paşa Kasrı belirtilmemiştir. Bu arada gerek 1588 tarihli bir İngiliz Albümünde gerekse 1590 tarihli panoramik İstanbul görünümlerinde Şemsi Paşa Camii’nin sağında beşik çatılı, benzer bir yapı seçilmektedir.
On yedinci yüzyılın ortalarında Üsküdar’ı anlatan Evliya Çelebi, Şemsi Paşa Camii ile Şemsi Paşa Mesiresinden bahseder. Herhangi bir şekilde burada padişahlara ait bir kasır olduğundan bahsetmez. 1673-1684 yıllarında arasında ikinci bölümünü yazdığı kitap Eremya Çelebi’de Şemsi Paşa Camii’nden bahsederken, herhangi bir şekilde ne Şemsi Paşa’nın sahilsarayından ne de padişahlara ait bir kasırdan söz eder. Buna karşın “Üsküdar’ın devamını teşkil eden tepede, Şemsi Paşa’nın adını taşıyan bir padişah sarayı, sahilde de kurşun kaplı kubbeli bir cami vardır.” demekte. Aynı yazar 1794 yılında kaleme aldığı Boğaziçi Sayfiyeleri isimli kitabında;
Fatih’in veziri Rum denen Mehmed
Yaptı medrese yanına bir cami,
Üçüncü Murad’ın Şemsi Paşa’sı
Dikti bir cami bunun ucuna.
Onun yanında hükümdara bir köşk
Padişahların her zaman emrinde
Deniz ucunda üç katlı yapı
Ve Şemsi denildi adına.
Sözleri ile Şemsi Paşa Sarayı’nın var olduğunu mu söyler, yoksa geçmişe bir atıf mı yapmaktadır. Muhtemelen Şemsi Paşa tarafından yaptırılan ilk kasır zaman içinde eskimiş ve XVII. yüzyıl ortalarında yıktırılmış olmalıdır.
Sultan III. Ahmed (1703-1730) saltanatı sırasında, uzun süreli barış döneminin getirdiği refah sonucu İstanbul’un çeşitli semtlerine Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın ön ayak olduğu çok sayıda köşk ve kasır yapıldığı bilinmektedir. Kağıthane’de Sadâbâd, Bebek Hümayunâbâd, Çubuklu’da Feyzâbâd, Kuruçeşme’de Neşatâbâd gibi yapılar yapılırken, İstanbul’un en güzel seyredildiği yer olan Üsküdar’daki burunda da Şerefâbâd (Şemsipaşa Kasrı) ismiyle anılan bir kasır yapılır. Dessonville’nin 1721 tarihli panoramik İstanbul çiziminde bu yapıyı anımsatan bir görüntü bulunur. III. Ahmed döneminde yapıldığını bildiğimiz bu kasra ait çok daha detaylı bir görsel de bulunmaktadır. Türk-İslam Eserleri Müzesi arşivinde bulunan 0.30x18.00 metre boyutundaki Damat İbrahim Paşa Suyolu Haritası’nda Kavak Sarayı ile Şerefâbâd Kasrı’nın suluboya renklendirilmiş birer çizim içermektedir. Yalnızca denize açılan bir büyük kapısı bulunan yüksek duvarlarla çevrilmiş büyük bir bahçe içinde yer alan kasır binası iki katı olup, üst katının güneye bakan bölümünde geniş bir dış sofa bulunmaktadır. Bahçenin ortaya yakın bölümünde, ortasında bir fıskiye olan büyük bir havuz, onun aksında üstü kapalı, etrafı açık bir kameriye benzeri oturma alanı, gerisinde kâğir olduğu anlaşılan üstünde kurşun kaplı küçük kubbe bulunan bir yapı yer almaktadır. Bahçeyi çevreleyen duvarın dış yüzünde bulanan iki çeşmeden biri Şehzade Sultan Süleyman, diğeri ise Şehzade Sultan Mehmed Çeşmesi olarak isim yazılarak belirtilmiştir. Tanışık; Şehzade Mehmed çeşmesi için, Şemsipaşa civarında demekten başka bir bilgi vermez. Egemen’de ise Şehzade Mehmed Çeşmesi yer almaz. Şehzade Süleyman Çeşmesi içinse Selamsız caddesinin alt başında bulunduğunu bânisinin, Sultan III. Ahmed’in eşi Mihrişah Sultan olduğunu, oğlu Süleyman için bu çeşmeyi H. 1141 / 1728 yaptırdığı yazılıdır. Resimde görülmekte olan her iki çeşmeninde akibeti konusunda net bir bilgiye ulaşmak ne yazık ki mümkün olmamıştır. Haskan tümüyle yenilenen kasrın açılışı öncesi Nevşehirli İbrahim Paşa’nın dönemin sevilen şairi Nedim’e Şerefâbâd adında bir şarkı yazdırdığını ve padişahı bu şarkı ile kasrın açılışına davet ettiğini söyler.
Vasf-ı hüsn ü behçeti bir vech ile gelmez dile
Gel Şerefâbâd’ı gör Şevketlu Hünkârım hele
Anlaşılmaz hak bu kim ârâyişi takrir ile
Gel Şerefâbâd’ı gör Şevketlu Hünkârım hele
Her nefes âb ü hevâsı câna canlar katmada
İntisabınla cihana nâz ü nahvet satmada
Kangı gün teşrif eder şahım deyu cân atmada
Gel Şerefâbâd’ı gör Şevketlu Hünkârım hele
Ânı ziynetlerle bünyad etdi Sadr-ı âzam’ın
Tâ ki açılsun temâşâsıyla tâb-ı ekremin
Lûtf ü ihsan kıl diriğ itme efendim makdemin
Gel Şerefâbâd’ı gör Şevketlu Hünkârım hele
Ben kulun sordum Nedimâ’dan anın evsafını
Vasf ü medh itdi be-gaayet tarhını eşrâfını
Ruha teşbih eyledi hattâ hevâ-yı sâfını
Gel Şerefâbâd’ı gör Şevketlu Hünkârım hele.
Şerefabad Kasrı tamamlandıktan sonra Şari İshak, Rahmî, Sâhib, Şerif ve Vehbî Efendiler çeşitli mısraları ile bu açılışa tarih düşürürler. H. 1141 / 1728-1729. Söz konusu kasrın Yeni Valide Camii, Sâdabad gibi önemli yapıların mimarı Kayserili Mehmet Ağa tarafından inşa edilmiş olduğu ileri sürülmektir.
İbrahim Paşa suyolu haritasında bir çizim hatası, hatadan çok farklı bir anlatım tekniği kullanıldığı için yanılgı doğuran bir görüntü ortaya çıkmıştır. Ön bölümde Boğaziçi sahili belirtilmesine rağmen çizimin sağında, “Büyük İskelede vâki merhum ve mağfur Sultan Ahmed Hân Gâzi Çeşmesi” olarak adı belirtilen çeşme bulunmaktadır (Sultan III. Ahmed Çeşmesi’nde bulunan yazıdan Sultan’dan merhum diye bahsedilmesi söz konusu haritanın sultanın ölüm tarihi olan 24 Haziran 1736’dan sonra hazırlandığını gösteren önemli bir işarettir). Denizden bakıldığında çizimin solunda olması gereken çeşme anlatım tekniği olarak sağa alınmış, aynı şekilde çizimin solunda bulunan “Şemsipaşa nâm mahaldir” açıklamasıyla belirtilen yoğun yerleşmenin de çizimin sağında olması gerekir. Bu durumda kasrın bahçe duvarı üzerinde yer alan iki çeşmenin Üsküdar iskanına doğru yer aldığını ve bu nedenle daha sonraki tarihlerde Sultan Mehmed Çeşmesi’nin Gülfem Hatun mahallesi içinde değerlendirildiği kabul edilebilir.
Oldukça detaylı çizimini gördüğümüz bu kasırda, ismi dışında varlığına ait herhangi bir iz bırakmaksızın zaman içinde yok olur. Ancak görülmekte olan havuzun varlığını 1800’lü yılların sonuna kadar sürdürdüğünü bilmekteyiz. François Kauffer tarafından 1776 yılında çizilen ve 1786 yılında revize edilen İstanbul Planı’nda kasrın yeni hali görülmektedir. Duvarlarla çevrili büyük bir bahçenin deniz yönünde yer alan kasrın kıyıdan uzak olduğu ifade edilmiş olup, Sedat Hakkı Eldem’in restitüsyon çalışmasına benzer bir şekli olduğu anlaşılmaktadır.
Sultan III. Ahmed döneminde yapılan kasra ait bir görüntüye ise Melling’in çizimlerinde rastlamaktayız. Gerek Galata’dan gerekse Kızkulesi’nden çizilen iki gravürde de Şemsipaşa bölgesinde tek katlı geniş saçaklı bir yapı seçilmektedir. Haskan’a göre Sultan I. Abdülhamid (1774-1789) döneminde Ayazma Camii mimarı Mehmet Tahir Ağa eliyle kasrın yenilendiği ileri sürülmekte. Melling gravürlerinde görülmek olan yapı ile Kauffer çizimlerin de görülen yapı birbirinden farklıdır. Kauffer çiziminde kıyıdan içerinde yer alan kasır, bu kere deniz kıyısında olup, denize doğru çıkma yapmaktadır.
Sultan III. Ahmed döneminde yapılan kasrın denizden duvarlarla ayrılan bir bahçe içinde olduğunu bildiğimize göre, Melling’in gravüründe yer alan deniz kıyısındaki, geniş saçaklı kasrı nasıl açıklamak mümkündür, cevap aranması gereken bir soru olarak karşımıza çıkar. Melling’in İstanbul’dan 1803 yılında ayrıldığı göz önüne alındığında I. Abdülhamid döneminde yapılan onarım sonrası kasrın büyük oranda değiştiğini ve denize doğru büyütüldüğünü düşünmemize yol açmaktadır.
1781 tarihli Bostancıbaşı Defteri’nde “Şemsi Ahmed Paşa’nın Kuşkonmaz Câmi-i Şerîfi, kurbunda Zâim Şemsî Paşalı İbrâhîm Bey Yalısı, Şerefabad Kasr-ı Hümâyûnu” kaydı bulunmaktadır (Garo Kürkman tarafından Venedik St. Lazzaro Manastırı kitaplığında bulunan bu en eski Bostancıbaşı Defteri, Kürkman’ın tüm çabalarına karşı ne yazık ki daha basılmamıştır. Söz konusu defterin baskıya hazır bir nüshasını bana vermek lütfunda bulunan Garo Kürkman’a teşekkürü bir borç bilirim. H. 1230 / 1814-1815 tarihli son defterde ise “Şemsipaşa Camiişerifi, Kapdanı deryâyi sabık Hacı Mehmed Paşa Yalısı, Ayazma Kasrı Hümayunu, Kurbinde mescidi şerif” olarak belirtilmektedir. Anlaşılan daha önce Şemsi Paşa vereselerine ait olan yalı bu arada el değiştirmiştir. Şerefabad Kasrı ise varlığı muhafaza etmekle birlikte Ayazma Kasrı Hümayunu olarak farklı bir isimle anılmaktadır.
Ayvansarayi Sultan II. Mahmud’un Şerefabad Kasrı’nı H. 1232 / 1816-1817 tarihinde yenilediğini söylemektedir. Bu yenileme sırasında kasrın hemen yakınında Adliye Camii adı verilen bir de cami yaptırdığından bahseder, Mehmed Râ’if Bey, Mir’ât-ı İstanbul isimli eserinde Adliye Cami-i Şerifi’nin kitabesinin H. 1230 / 1814-1815 tarihli olduğu yazmakta. Bu tarihlerde çizilen iki görüntüde ise bölgede farklı yapılar görülmekte, Henry Aston Baker’in 1800’lü yıların başında çizdiği İstanbul Panoraması ile Osman Şakir Efendi’nin İran seyahati dolayısıyla çizdiği minyatürde farklı yapılar bulunmaktadır.
İlk yapılar ile ilgili olarak elimizde detaylı bilgi ve görüntü olmamasına karşı Sultan II. Mahmud tarafından yenilen veya yeniden yapılan kasır hakkında çok sayıda görsel belge bulunmaktadır. Bu belgelerden biri 1824-1827 yılları arasında İstanbul’da İsveç Elçisi olarak bulunan Carl Gustaf Löwenhielm’nin yaptığı suluboya bir resimde görülen kasırdır. Gerek Sadullah Paşa Yalısı gerekse Topkapı Sarayı Kadın Efendi dairelerinde bulunan duvar resimleri ile aynı döneme ait bir tabloda resmedilen yapı büyük bir benzerlik arz eden bu çizimdeki yapı Flandin’in 1844 yıllında ziyaret ettiği İstanbul’da bulunduğu sırada yaptığı “Üsküdar Burnu” resminde de hemen hemen aynı görünüşüyle yer almaktadır.
Burada karşımıza bir soru çıkmaktadır. Gerek Sadullah Paşa Yalısı gerekse Topkapı Sarayı’nda bulunan duvar resimleri XVIII. yüzyılın sonuna tarihlendirilmişlerdir. Ancak, gerek Melling’in en geç 1803’de yapabileceği çizimdeki tek katlı yapı gerekse iki katlı kasrın en erken 1815 yılında yapılmış olabileceği göz önüne alındığından bugüne kadar III. Selim döneminde yapıldığı ileri sürülen duvar resimlerin en az yirmi beş yıl sonra yapılmış olabileceğini söylemek gerekir, anlaşılan bu resimlerin yapılış tarihini bir kere daha gözden geçirmek gerekmektedir.
Sedad Hakkı Eldem, bu çizimlerden faydalanarak kasrın konturlarını tespit için, 1945 yılında söz konusu alan toprakla doldurulmadan önce mevcut rıhtım izlerinden faydalanarak kasrın bazı bölümlerinin ölçülerini çıkarttığını gerek resimlere gerekse yerinde yaptığı ölçümlere dayanarak bir restitüsyon çalışması yapar.
Söz konusu araştırmaları sırasında çektiği fotoğraflarda da görülebileceği gibi, deniz kıyısına yapılan duvarların yüksekliği yaklaşık iki metre kadar olup, bunun deniz yüzeyinde bir metre kadarı şevlidir. Akıntılar nedeniyle denizin devamlı olarak kıyıyı aşındırdığı, sert poyraz rüzgarları sebebiyle bölgenin devamlı surette çırpıntılı olduğu bir burunda yapılan bu yapının bir bölümünün üzerine oturduğu duvarların akılcı bir şekilde akan suları ve sert çırpıntıları karşılamak üzere şevli olarak yapılması örnek alınması gereken bir çözümdür. Özelikle denize doğru üç bölüm halinde çıkma yapan duvarların gerek şevli alt yapıları gerekse çıkma köşelerinde oluşturulan dik açılı geometrisi dalga ve akıntılara karşı alınacak en iyi tedbir olarak düşünülmüştür. Sedad Hakkı Eldem, benzer bir rıhtım yapısının Kuzguncuk Fethi Paşa Yalısı Selamlık Binası’nda bulunduğunu başkaca bir yerde bu tür bir düzenlemeye rastlamadığını yazmaktadır. Gerek Löwenheilm gerek Flandin gerekse Topkapı Sarayı duvar resmini yapan ustalar bu küçük ayrıntıyı fark etmiş ve eserlerine taşımış olmalarına karşı Sadullah Paşa Yalısı duvar resminde bu küçük ayrıntıya dikkat edilmediği görülmektedir.
1945 yılı öncesi yapılan çalışmalar ile elde edilen sonuç ve günümüze erişen çizili belgeleri dikkate alarak Sultan II. Mahmud tarafından inşa ettirilen Şerefabad Kasrı’nın iki katlı olduğu, zemin katının ortasında fıskiyeli bir havuz bulanan, köşeleri pahlı dört eyvandan oluştuğu, denize paralel eksende, eyvanların kolonatlı birer çıkma ile bahçeye doğru uzatıldığı kabul edilmiştir. Sedad Hakkı Hoca, üst katın ortasında eliptik bir sofa olabileceğini düşünmüş ve bu sofanın uzantılarından olan kara bölümünde merdivenlerin yer aldığını, denize uzanan bölümün sofadan iki kolonla ayrılan önü açık bir alan, sağa ve sola uzanan bölümlerin birer büyük oda şeklindeki klasik orta sofalı plan tipine uyarak inşa edildiğini düşünmüştür. Dönemin benzer örnekleri olarak Çengelköy Köçeoğlu Köşkü, Bebek Nispetiye Köşkü, Çengelköy Sadullah Paşa yalısı planları örnek alınarak yapılan bu çalışmanın mevcut belgelerin en iyi değerlendirilmesi olarak kabul etmek gerekir.
Şemsi Paşa Kasrı Sultan II. Mahmud döneminin en revaçta olan binalarından biridir. Keçecizade İzzet Molla’da bir gün Yenikapı Mevlevihane’sinde şeyh efendi ile sohbet ederken, söz Şemsi Paşa civarının güzelliğine gelir. İzzet Molla “Şevketmeap Efendimiz bana, Molla dile bende ne dilersen buyursalar ben de sağlığınızı dilerim desem, fermanı hümayunları tekerrür etse efendim Şemsi Paşa Kasrı hümayununuzu Mevlevihane ittihaz ve dainizi senevi elli kuruş irat ile oranın meşihatine intihap buyursanız ömrümün sonuna kadar velinimetime dua ile meşgul olurum ve artık bir şey istemezdim” demiş.
Denize doğru çıkıntı yapan yapının, arka bölümünde denize paralel uzanan yüksek bir duvar ile gözlerden saklanan büyük bahçenin, yapı aksında büyük bir havuz bulunmaktadır. Bu havuz muhtemelen kasrın daha önceki dönemlerinden geriye kalan havuz olmalıdır. XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde çizilen İbrahim Paşa Suyolu haritasında görülen havuz ile aynı havuz olması gerekir.
Ahmet Lütfi Efendi H. 1286 / 1869-1870 yılı vukuatı içinde “Üsküdar’da deniz kıyısında eski binalardan ve deniz cephesindeki manzarası ile meşhur olan Şemsi Paşa Köşkü yıkılarak arsası güya Millet Bahçesi yapılmak üzere terk olundu” demekte ve kasra ait bir çizim sunmaktadır.
Kasır yıkılır ve çevresindeki yapılar yıkılır ama, havuz uzun müddet varlığını korur. 1880-1885 yılları arasında Sebah&Joaillier tarafından çekilen bir karede çevresi tahrip olmuş havuz ile kasırdan geriye kalan birkaç taş görülmektedir. Bu havuzun pek binmeyen bir hikâyesi de vardır. Bir şehir efsanesine göre Sultan II. Mahmud’tan sonra bu kasır bir vezire ihsan edilmiş, elden ele geçerek, son dönemde Ali Suavi Efendi, İngiliz hanımıyla beraber bu yalıda ikamet edermiş. Çırağan Vakasından önce, Fenerbahçe önünde karaya oturan İngiliz vapurunda bunan silahlar, birkaç gece boyunca gizlice yalıya getirilerek bu havuzda saklanmış. Ali Suavi Çırağan Sarayı baskının da bu silahları kullanmış. Bu hadise sonrası Sultan II. Abdülhamid’de yalıyı yıktırmış. Ahmed Lütfi Efendi’nin kasrın 1869-1870 yılı içinde, Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde yıktırıldığını söylediği göz önüne alarak bu hikâyenin bir aslının olmadığı anlaşılacaktır.
Sedad Hakkı Eldem, Köşkler ve Kasırlar kitabının II. cildinde Şerefabad Kasır hakkında detaylı bilgi verip, Sultan II. Mahmud döneminde yapılan kasrın vaziyet planı ile yapının muhtemelen plan ve görünüşü çizer. Eliptik orta sofanın kara yönünde katlar arası sirkülasyonu sağlayan anıtsal bir merdiven, onun aksında denizi seyreden bir eyvan ile sağlı sollu iki oda bulunmaktadır.
Bir dönemin en güzel yapılarından biri olan Şerefabad’nın tarihe karışmasından çok sonra Yahya Kemal Beyatlı, geçmişe ait günleri hasretle yad eder.
O şûh ağlar bugün Kasr-ı Şerefabad’a geldikçe
O nûşanuş günler hâtır-ı nâşâde geldikçe
Ne cûşan-ı şerâb ü lâle bir devr-i behârıydı
Ki hala çeşmeler pür-hûn olur her yâde geldikçe
Gülerdi taht-ı zerrîn üzre Cem gülşende güllerle
Sebû-endâm sâkîler elinden bâde geldikçe
Dururdu rindler dembeste ney dembeste vecdinden
Ağaçlıklarda bülbül dûrdan feryâde geldikçe
Görür mecliste tıfl-nâz iken timsâlini nâzan
Kadeh ber-kef huzur-ı hazret-i dâmâda geldikçe
Hayâlinden bakar pûşîde-i evrâk olan havza
O şûh ağlar bugün Kasr-ı Şerefabad’a geldikçe.
Uzun müddet bir bölümü bostan bir bölümü mesire alanı olarak kullanılan Şerefabad arazisinin büyük bir bölümü günümüzde yolda kalmaktadır. Ancak hala bu bölgeden İstanbul’u seyretmenin zevkine doyum olmaz...