"Mihraplı ve Minberli Namazgâhlar", Fifth International Congress of Turkish Art, Budapest, 1978, s. 339-345.
MİHRAPLI ve MİNBERLİ NAMAZGÂHLAR
Bu tebliğde dikkatleri özellikle mihraplı ve minberli namazgâhlara çekmek ve bu konudaki çalışmalarımı sunmak istiyorum.
Namazgâh ve musallâ kelimeleri bazı kaynaklarda aynı anlama gelebilecek şekilde kullanılmıştır. Musallâ “namaz kılmaya mahsus açık yer” olarak tarif edilirse de, aşağıda anlatmaya çalışacağımız gibi daha değişik fonksiyonları olan mekânlara da musallâ denmektedir (Wensinck 1979, VIII, 673-677).
Hz. Muhammed zamanında Medine yakınlarındaki musallâda namaz kılındığından bahsedilmektedir. Burası yağmur duasına çıkılan, cenaze namazı kılınan, hatta suçluların idam edildiği yer olarak anılmaktadır (Wensinck 1979, VIII, 673). Kuzey Afrika’da bulunan musallâlar mihraplı bir duvarı bulunan geniş sahalardır. Fas’ın Rabat şehrinde bayram namazlarının kılındığı büyük bir musallâ bulunmaktadır (Diez 1979, VIII, 675).
A. J. Wensinck İslâm öncesi devirlerde de bazı toplu ibadetlerin açık havada bir musallâ veya ona benzer bir yerde yapıldığını, bu geleneğin toprağın verimliliği ile bağlantısı olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre bu alan harman yeri veya benzerinin bir sembolüdür (Wensinck 1979, VIII, 673).
Ernst Diez bunların erken örneklerinin kalmadığını ve Meşhed Musallâsı’nın XVII. yüzyıla ait olduğunu söylemektedir. Diez ilk şeklini muhafaza eden Arap musallâ ve mescidlerinin en basitlerini Bahreyn adasının merkezi Manama ve çevresinde gördüğünü anlatır. Bunlar kıble duvarına paralel olarak giden sivri kemerli kolon dizilerinden meydana gelen, çok sahnlı mekânlardır (Diez 1979, 674) der.
Georges Marçais ise Tunus’ta Hafsîler Devleti’nin kurucusu Ebû Zekeriyyâ’nın (1228-1249) kuleli ve mazgallı bir musallâ yaptırdığını söyler (Marçais 1927, II, 526). Aşağıda görüleceği gibi sözü edilen musallâlar, incelediğimiz namazgâhlara nazaran daha değişik bir özellik ve plan göstermektedir.
Diez İran’da görülen bu yapıların, şehrin ibadet için dar gelen yapılarına karşın, şehir dışında büyük alanlar üzerinde yapıldığını belirtir ki, Konya Musallâ Namazgâhı dışındaki örnekler (her ne kadar şehir dışında iseler de) ufak mekânlardır ve kalabalık bir cemaatin ibadetine müsait değillerdir.
Açık havada namaz kılmak için hazırlanmış olan namazgâhlar, kendi içlerinde basit bir mimari bütünlüğü meydana getirirler (TDK 1974, 595; Arseven 1970, 89). Bunlar tabii zeminden biraz yüksekçe bir seviyede, genellikle çimen ve topraktan meydana gelen bir zemine sahip olup, içlerinde gölge vermesi için birkaç ağaç bulunur. Etrafı, içiyle aynı kotta bir duvar ile çevrilidir. Bazılarının zeminden bir basamak yüksekte olmalarına karşın, bazılarının birkaç basamaklı girişe sahip oldukları görülür.
Etrafı duvarla çevrili alanın uç kısmına kıbleyi gösteren bir taş dikilmiştir. Bu taşların hemen hepsinin üzerinde namazın farz olduğunu anlatan bir âyet vardır. Ayrıca çevrelerinde namaz kılacakların abdest almaları ve su içmeleri için bir çeşme de yapılmıştır. Genellikle çeşmelerin kitâbelerinde namazgâhı yaptıranın adı ve yapılış tarihi bulunur.
Çoğu zaman kervan yolları ve büyük yerleşmelerin mesirelerinde yapılmış bulunan namazgâhlar gölgelikli namaz kılınacak bir yer, bir kıble taşı ve bir çeşmeden meydana gelir.
Geleneksel Türk mimarisinin araştırmacı ve basit kompozisyonları geliştirici özelliği bu namazgâhları da etkilemiş, mihraplı ve minberli, genellikle zemini taş döşeli özel bir anlama sahip namazgâhların meydana çıkmasına sebep olmuştur. Namazgâhlar basit ve mimari bir özelliği olmayan, yalnızca bir ihtiyaca cevap verecek mekânların istenirse nasıl bir mimari yapı özelliği kazanacağını göstermesi bakımından ilginçtir.
Namazgâhların Anadolu’daki bazı örneklerini kronolojik olarak inceleyelim.
GELİBOLU AZEPLER NAMAZGÂHI
Namazgâh 12,50 x 10 metre ebatında, etrafı alçak korkulukla çevrili bir sofadan ve iki pencereli bir mihrap duvarından ibarettir. Mihrap duvarının sağında külâh örtülü bir minber, solunda ise üstü açık bir diğer minber vardır. Silmeli geniş söveli ve düz lentolu giriş kapısının üstünde dilimli ve yazılı bir taç (fronton) bulunmaktadır. Taç 75 santimetre yükseklikte 150 santimetre genişlikte bir üçgen olup: Dış yüzünde bir âyet; iç yüzünde “Ameli Âşık İbn Süleyman el-Lâdikî” ismi okunmaktadır. Bu kitâbeden kapının “Lâdikli Süleyman oğlu Âşık” tarafından yapıldığını öğreniyoruz.
Mihrap duvarı 70-80 santimetre ebatında masif mermerden yapılmış olup mihrabın sağında ve solunda iki pencere açılmıştır. Bu pencerelerden deniz görülmektedir. Mihrap köşeleri sütünçeli, yaşmağı yedi sıra stalaktitli güzel bir mimari elemandır. Minber basit yapılı, düz korkuluklu olup köşkü ve külâhı ile ilgi çekicidir. Köşkün ön aynasında 29 x 40 santimetre ebatında bir taş üzerinde kelime-i tevhid yazısı vardır. İnşa kitâbesi külâhın altında ve içeridedir.
İnşa kitâbesi 42 x 82 santimetre olup iki satırı Arapça’dır. Kitâbeden namazgâhın “Baça -Beçe- oğlu İskender” eliyle 810 Muharreminin başında (Haziran 1407) Fetret devrinin en buhranlı zamanında yapıldığını öğreniyoruz. Bânisi bilinmemektedir.
Soldaki merdivenli çıkışın korkuluklarında külâhı taşıyan bir sisteme ait izlere rastlanmamaktadır. Zaten kıble duvarı üstüne gelen taçta burada külâh olamayacağını gösterir. Köşk yerinde bulunan 46 x 96 santimetre ebatındaki kitâbede, köşk külâhının içine sığmaz, iki satırlık bu kitâbede İslâm’ın itikat ve esasları bildirilir. Namazgâhın mihrabı kıbleye nazaran 15-16 derece kayıktır (Ayverdi 1972, II, 166-168).
BURSA UMUR BEY NAMAZGÂHI
Yaptıranın Kara Timurtaş oğlu Umur Bey olduğu sanılmaktadır, çünkü vakfiyesinde bu yapının adının geçmemesine rağmen, bir kadı sicilinde Umur Bey mütevellisi Müderris Mehmed Efendi’nin Umur Bey’in yaptığı bu namazgâhı tamir ettirdiğini görürüz. 12 Cemâziyelevvel 1077 (13 Temmuz 1667), Umur Bey’in yaşadığı yıllara bakarak namazgâhın yapılış tarihinin XV. yüzyılın ikinci çeyreği olduğunu söyleyebiliriz.
Namazgâhın mihrap duvarı, minberi, kapısı, döşeme ve korkulukları tamamen mermerdir. Sofası 11,60 x 11,30 metredir. Mihrabın aksı giriş kapısı aksına göre biraz sağa kaçar, 108 x 235 santimetre ebatındaki mihrap nişindeki simetrik olmayan stalaktit işçiliği erken devir özelliği gösterir.
Minber girişindeki kapı mermer bir yaşmakla süslenmiştir, üzerinde süslü bir lento yer alır. Böylelikle minberle, minber girişi arasında bir bütünlük sağlanmıştır. Minber sekiz köşeli bir külâhla örtülüdür ve mevlevi külâhına benzer bir alemi vardır.
Yapının enteresan bir özelliği de giriş kapısında görülür, kapı iki sütun üzerine oturan daire kesitli iki taştan teşekkül eder ve sütunlara 45 derece eğimle oturur. Lento taşları tam ortadan ve düşey derzlidir. Statik bakımdan halledilmemiş olmasına rağmen hâlâ ayaktadır (Ayverdi 1972, II, 329-330).
İSTANBUL ATMEYDANI NAMAZGÂHI
Mübarek sayılan bir mahallin namazgâh haline getirildiği de olmuştur. İstanbul’da Atmeydanı civarında Üçler makamında İsmâil Ma‘şûkî’nin öldürüldüğü yer, müridlerinden Irâkîzâde Hasan Efendi tarafından 922’de (1516) bir namazgâh sofası haline getirilmiştir (Ayvansarâyî 1281, 34).
Bugün kaybolmuş bulunan bu namazgâhı Matrakçı Nasuh’un Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn adlı eserinde görüyoruz (Matrakçı Nasuh: Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn, İstanbul Üniversitesi Ktp., TY, nr. 5964, vr. 9a).
KONYA MUSALLÂ NAMAZGÂHI
Kalenderhane mahallesinde, Musallâ’da Şeyh Halîlî Türbesi önünde ve doğusuna doğru uzanmaktadır. Etrafını çevreleyen duvarın üstündeki kitâbeye göre 948’de (1541) Kanûnî Sultan Süleyman devri vezirlerinden Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kitâbenin hemen altında şimdi yıkılmış olan giriş kapısının lentosu görülür.
Namazgâh 60 x 60 metre ebatında olup kıble duvarında mihrap nişi yer alır. Mihrap nişinde istiridye motifli bir geçiş elemanı mevcuttur. İki tarafından üstüne çıkılır, üzeri minber olsa gerektir. Fakat geçirdiği tamir sonucu, araştırmalarımıza rağmen herhangi bir ize rastlamak mümkün olmamıştır.
Mihrabın biraz önünde müezzin mahfili yer almaktadır. Zeminden biraz yüksek olan bu kürsüye, dört basamaklı iki merdiven ile çıkılmaktadır. Mihrap nişinde iki taşçı işareti mevcuttur (Konyalı 1964, 570; Genim 1976, VI, 147-155).
İSTANBUL OKMEYDANI NAMAZGÂHI
Sadece minberden oluşan Okmeydanı Namazgâhı IV. Murad zamanında Gürcü Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır (Evliya Çelebi, I, 486). 1034’te (1624) buranın yağmur duası için kullanıldığını Evliya Çelebi’den öğreniyoruz. 1720 tarihli III. Ahmed surnâmesinde de bu namazgâh görülür (Levnî: III. Ahmed Sûrnâmesi, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., Hazine, nr. 3593, vr. 10b-12b).
ANADOLUHİSARI TOPLARÖNÜ NAMAZGÂHI
Anadoluhisarı’nın güney ucu Göksü deresinin getirdiği artıklar ve insan eli ile dolmuştur. A. Gabriel’in Pertusier’den naklen verdiği bir resimde burası tam dolmamış olarak görülür (1825). Bu bölgeye, kalenin beden duvarlarının hemen önünde bir mihrap, bir minber ve çevre duvarlarından oluşan bir namazgâh yapılmıştır. Namazgâhta herhangi bir süsleme veya kitâbe yoktur. Mihrap ve minberin yapısına bakarak bu yapının XVII. yüzyılda inşa edildiğini söyleyebiliriz (Gabriel Tarihsiz, 44; Ayvansarâyî 1281, 162).
Türk dinî mimarisi denince akla hemen hemen yalnızca cami ve mescidler gibi anıtsal yapılar gelmektedir. Hâlbuki örneklerini gördüğümüz namazgâhlar da Türk dinî mimarisini zenginleştiren yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Namazgâhlar üzerinde çalışırken karşılaştığım birkaç problemi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Yaptığım araştırmalarda ne Mûsevîlik’te ne de Hıristiyanlık’ta bu tür toplu açık hava ibadethanelerine rastladım. Niçin İslâm dininde böyle bir yapı türü ortaya çıkmıştır ve özellikle Anadolu’da çokça görülmesinin sebebi ne olabilir?
Fotoğraflarından da görüleceği gibi Azepler ve Umur Bey namazgâhlarına yapılan masraflar ile kanaatimce birer mescid yapılabilirdi. Niçin bu tür ve yalnızca iyi havalarda kullanılabilen bir ibadethane yapılmıştır?
Acaba namazgâhlarla Anadolu kültürü ürünü olan Hitit açık hava kültleri arasında bir ilişki var mıdır?
KAYNAKÇA
Arseven 1970
Celâl Esad Arseven, Türk Sanatı, İstanbul, 1970.
Ayvansarâyî 1281
Ayvansarâyî Hüseyin Efendi, Hadîkatü’l-cevâmi, İstanbul, 1281.
Ayverdi 1972
Ekrem Hakkı Ayverdi, “Gelibolu Azebler Namazgâhı”, Osmanlı Mi’mârîsinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri, II, İstanbul, 1972, s. 166-168.
Ayverdi 1972
Ekrem Hakkı Ayverdi, “Namazgâh”, Osmanlı Mi’mârîsinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri, II, İstanbul, 1972, s. 329-330.
Diez 1979
Ernst Diez, “Musallâ”, İslâm Ansiklopedisi, VIII, İstanbul, 1979, s. 674-675.
Evliya Çelebi
Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I
Gabriel Tarihsiz
A. Gabriel, İstanbul Kaleleri, İstanbul, Tarihsiz.
Genim 1976
M. Sinan Genim, “Mihraplı ve Minberli Namazgâhlara Bir Örnek”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Enstitüsü, Sanat Tarihi Yıllığı, VI, İstanbul, 1976, s. 147-155.
Konyalı 1964
İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Konya Tarihi, Konya, 1964.
Levnî
Levnî, III. Ahmed Sûrnâmesi, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., Hazine, nr. 3593, vr. 10b-12b.
Marçais 1927
G. Marçais, Manuel d’art Musulman, II, Paris, 1927.
Matrakçı Nasuh
Matrakçı Nasuh, Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn, İstanbul Üniversitesi Ktp., Türkçe Yazmalar, nr. 5964, vr. 9a.
TDK 1974
Türk Dil Kurumu, “Namazgâh”, Türkçe Sözlük, Ankara, 1974, s. 595, 6. Baskı.
Wensinck 1979
A. J. Wensinck, “Musallâ”, İslâm Ansiklopedisi, VIII, İstanbul, 1979, s. 673-677.